İnsanlığın hemen bütün kesimlerinde ve büyük oranda ciddî anlamda çürümeler var. Bunun başlıca nedeni dinin hayattan büyük ölçüde çıkarılmasıdır. Din, insanlığa bir ilke ve yol gösteriyor. Bunu bir anlamda yaşatarak var kılıyor. İnsan, kendisiyle şeytanlar arasında. Şeytanların çeşitli yön ve tarzlarıyla hayata dâhil olduğu her zaman için olası. Umulmadık ve beklenmedik anlarda bir anda bir insanın dünyasına girebiliyor. Bu da insan kişiliğinin çözülmeye hazır olduğu zamanlara denk düşüyor.
Soyut ve bilinen şeytanlar zaman içinde kılık değiştiriyor. Her hâl ve duruma giriyor. İnsanı değişik yöntemlerle kendi çizgisine çekiyor, yönlendiriyor ve yönetiyor.
Dünyayı saran devasa soyut ve somut şeytanlardan soluk alınamıyor. Öyle ki bunun asıl nedeni üzerinde değil de kimi gerekçelerle tanımlamaya ya da anlamaya, anlamaya çalışıyor.
Şeytan hiçbir zaman yerinde durmaz, sürekli devinim hâlindedir. Kimi nerede nasıl yakalayacağını iyi bilir. İnsanın arzuları, zaafları, hırs ve tamahı onun ilgi alanı. İnsanları sadece dinden çıkarmak için çabalamaz. Elbette onun için belirleyici olan, engel teşkil eden din, dinin kuralları, yönlendirmesi, belli bir düzlemde tutmasıdır. Dinin kurallarının başında ahlâk gelir. Ahlâk insana merhameti, sevgiyi, adaleti, hakkaniyeti, hakkı öngörür. İnsanın en değerli varlık olduğunu, bu varlığın kendi kıymetini bilmesi gerektiğini yaşam tarz ve ibadetleriyle kendisine yol yöntemi gösterir. İnsan bunun içinde şekillenir, kendini bulur.
İnsanlığın laboratuvarı bugündür, biz yaşayanlar için. Geçmiş zamanlar yaşanmış ve yaşanmışlıkların belirlediği hayat anlayışları olmuştur. Olumlu olanlar varlıklarını sürdürmüş, dinlerinin merkez olmasıyla birlikte medeniyetler kurulmuş bugüne gelinmiş.
Bu çağın insanının arayışı, hayat anlayışının kuralları yok. Kuralsızlık, disiplinsizlik ve hatta ahlâksızlık egemen. Böyle olunca da şeytanların işi daha çok kolaylaşıyor. İnsanlığın sağlıklı bir düzlemi olmadığından hemen her yönüyle ahlâkî olmayan her şey hayatın içine giriyor. İnsanlık bu anlamda sınır tanımıyor. Azdıkça azıyor, azdıkça şeytanlaşıyor. Her insan teki birbirinin de şeytanı oluveriyor.
Yukarıdan bakılırsa dünyayı yönetenler ve yönetilenler ne durumdadır diye, ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. Toplumların içinde bulundukları dinî anlayış ve bakış bu olumsuzlukları engellemeye ve gidermeye gücü var mıdır? Dünyaya egemen olan emperyalizmi büyük ölçüde Hıristiyan dünyadır. En doğudan en batıya bakıldığında dünyayı çekip çevirenler ve yönetenler onlar. Bu dünyada insanın bir değeri var mıdır? Alt katmandakiler onların gözlerinin içine bakıyor, ona göre de bir tutuma girmeye çabalıyorlar.
İnsanlık ölüyor, haksız ve zulüm ile. Hıristiyan dünyalarının Katolikleri, Protestanları, Ortodoksları kendi inanç ve düşüncelerine sahip olan yönetenlere bir etkisi ve gücü yok. Çünkü belirleyici ve etkileyici değil. Orada sadece soyut bir varlık olarak duruyor. Hıristiyan dünyasının öylesine bir rengi olarak var gibi görünüyor. Onların ruhani liderlerinin kime dur deme güç ve yetkisi var?
Kendi aralarındaki savaşlar ve çatışmalardaki acımasızlıklar da artık şeytanların da baş edemeyeceği boyutta. Burada dinlerinin, mezheplerinin ve ahlâklarının bir etki ve yaptırım gücü yok. Elbette çatışmalarının arasında bunlar da bir nedendir.
Müslümanlar ise alt katmanda yer aldıklarından yönetenleri üst katmanda bulunanların gözlerinin içine bakıyorlar ona göre de tavır beliyorlar. Gazze olayı bu anlamda iyi bir test olarak görülebilir, hatta ölçü kabul edilebilir. Kimin ne kadar güç ve iradesi var, kim ne kadar etkili olabilir. Dağınık ve savruk Müslümanlar tam anlamıyla güçsüzdürler. Olaylara yön verecek iradeden ve güçten yoksundurlar.
Müslümanların bütünlüğünü bozan çürüme çok yönlü. Bunu ayrıca değerlendireceğiz yönetenlerin hemen neredeyse tamamı egemen güçler karşısında hem çözümsüz hem de çaresizdirler. Azgın sulara kapılmış gidiyorlar.