Dün hükümete duyulan güvenin hızla eridiğini yazmıştım; bugün sahadaki tablo bu tespiti daha da doğruluyor. Almanya’nın dört bir yanında aynı cümle yankılanıyor: “Bu yönetim böyle gitmez.” Bu tepki, ekonomik sıkışmanın sıradan bir yansıması değil; yönetim kapasitesinin zayıfladığına dair toplumsal bir hüküm cümlesi. Vergiler artıyor, alım gücü düşüyor, enerji maliyetleri yüksek seyrediyor, emekliler geçinemiyor, küçük işletmeler bir bir kapanıyor ve hükümet hâlâ “sabır” çağrısından başka bir şey üretemiyor. Halkın sabrı ise bu çağrıyı çoktan aşmış durumda. Sorun geçici değil, yapısal.
Bu atmosfer ister istemez Türkiye’nin 2000’li yılların başındaki siyasal tıkanmışlığını hatırlatıyor. Ecevit–Bahçeli–Yılmaz koalisyonu da benzer bir dağınıklık içindeydi; ekonomi çökerken hükümetin karar alma yeteneği zayıflamış, sonunda ülke radikal bir siyasal dönüşüme sürüklenmişti. Almanya’da bugün aynı dinamiklerin güçlendiği görülüyor: Makas açılıyor, toplumla siyaset arasındaki bağ inceliyor.
Bu iç kırılmaya şimdi çok daha kritik bir dış unsur eklendi. Yaklaşık 20 AfD milletvekilinin ABD’ye giderek Trump’a yakın Cumhuriyetçi isimlerle verdiği pozlar, Almanya’da yeni bir siyasi mimarinin kurulmaya çalışıldığı yönünde ciddi soru işaretleri doğuruyor. Ziyaretin zamanlaması, tonlaması ve medyaya servis ediliş biçimi bunun basit bir diplomatik temas olmadığını açıkça gösteriyor. AfD, bu görüşmeleri adeta bir güç gösterisine dönüştürmüş durumda. Tıpkı 2000’lerin başında bazı Türk siyasetçilerin Washington trafiği gibi: “Dışarıdan onay alırsak içeride güç kazanırız” mantığı…
Ancak tam bu noktada çok net ve sert bir uyarı yapmak gerekiyor:
AfD’nin bugün büyük bir coşkuyla sarıldığı ABD desteği, sanıldığı gibi sağlam bir merdiven değil; kuyuya sarkıtılmış ince, kaygan bir iptir. Washington’ın ipi tutması da bırakması da kendi çıkarlarına bağlıdır. O ip bir gün aniden kesildiğinde, kuyuya inen herkes o karanlıkta boğulur. Almanya gibi güçlü bir ülkenin kaderini böylesine oynak ve çıkar odaklı bir dış güce bağlaması sadece siyasi bir kumar değil, ekonomik çöküşün ve ulusal bağımsızlığın erimesinin reçetesidir. Bu yol, Almanya’yı adım adım siyasal ve ekonomik iflasa sürükler.
Trump’ın Avrupa’ya yönelik son açıklamalarında Almanya’yı hedef tahtasına oturtması, bu ziyaretin ardındaki niyeti daha da görünür kılıyor. Washington, Berlin’i güçlendirmek değil, kendi stratejik planlarına göre şekillendirmek istiyor. AfD’nin bu tabloyu “yükseliş fırsatı” olarak okuması ise Almanya’nın karşı karşıya olduğu riski büyütüyor.
En dikkat çekici olan ise Berlin’in sessizliği. Büyük bir yönetim krizi yaşanırken, hükümetin refleks vermemesi halkın güven erozyonunu hızlandırıyor. Siyasette boşluk asla yerinde durmaz; dolduran mutlaka çıkar. Bugün o boşluğu dolduran aktör AfD’dir ve bu yükselişe dış destek eklendiğinde siyasi denge tamamen değişebilir.
Almanya, çok kritik bir kavşağa geldi. Halkın verdiği mesaj açık, kararlı ve sert: “Bu yönetim böyle gitmez.”
Bu ses duyulmazsa, değişimi sandık değil, gerçekler dayatacaktır.
