Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dolmabahçe’de Viktor Orban’ı karşılarken yaptığı diplomatik “memnuniyet” açıklamalarının hemen ardından Orban’ın söyledikleri, yıllardır halının altına süpürülen bir gerçeği suratımıza çarptı. Orban, Türkiye’ye övgü gibi görünen ama aslında Türkiye’nin nasıl konumlandırıldığını açığa çıkaran cümlelerle konuştu:
“Türkiye olmasa Avrupa yaşanmaz hale gelirdi; yasa dışı göç denizinde boğulurduk. Türkiye yüz binlerce kaçak göçmeni tutarak bunu engelliyor.”

Bu sözler, Avrupa’nın Türkiye’yi nasıl gördüğünün en çıplak hâlidir:
Avrupa’nın güvenlik duvarı, yük depolama merkezi ve tampon bölgesi.
Asıl vahim olan ise Avrupa’nın bu rolü dayatması değil; Türkiye’nin bu rolü gönüllü biçimde üstlenmiş olması, hatta bunu bir başarı hikâyesi olarak pazarlamasıdır.

2015’te imzalanan geri kabul mutabakatı, Türkiye’nin hangi zihniyetle hareket ettiğini göstermesi açısından tarihe bir nottur. Avrupa basını “3 milyar Euro’ya 3 milyon göçmen” diye alaycı manşetler atarken, Türkiye çoktan 8 milyar doları aşan bir harcamanın içine girmişti. Almanya’nın yıllık 45 milyar Euro göç maliyeti hesapladığı günlerde, Türkiye’ye verilen 3 milyarın “büyük bir yardım” gibi sunulması aslında bir aşağılamaydı. Fakat ne yazık ki Ankara, bu tabloyu bile “diplomatik zafer” olarak gösterdi; Avrupa’nın çıkarları Türkiye’nin çıkarıymış gibi halka anlatıldı.

Oysa Milli Görüş bu politikaların Türkiye’yi nereye sürüklediğini daha o günlerden uyardı:
“Batı’nın projelerine taşeronluk, milletin sırtına yük olur.”
Bugün yaşanan tam olarak budur.

Avrupa, Türkiye’yi bir tampon devlet yapmak istiyor olabilir; bu onların niyeti.
Ancak Türkiye’nin bu rolü sadece benimsemiş gibi görünmesi değil, imza atarak resmen kabul etmiş olması, ülkenin nasıl bir dış politika zafiyeti yaşadığının kanıtıdır. Devlet aklı, başka ülkelerin krizlerini çözmek için çalışmaz; kendi milletinin geleceğini, güvenliğini ve sosyal düzenini korur.
Ama bugün gelinen noktada Türkiye, Avrupa’nın krizini çözerken kendi krizlerini derinleştiren bir politika izlemiştir.

İktidarın dış politikada yaptığı en büyük hata, uluslararası ilişkilerde “güvenlik yüklenicisi” rolünü bir marifet sanmasıdır.
Avrupa nefes alıyor; peki Türkiye ne durumda?
Demografi baskısı, ekonomik yük, sosyal gerilim, şehirlerdeki kontrolsüz değişim… Bütün bunlar Avrupa’nın değil, Türkiye’nin sorunudur.

Daha önemlisi şudur:
Türkiye bu rol karşılığında ne aldı?
Vize serbestisi? Yok.
Gümrük Birliği güncellemesi? Yok.
Göç yükünün paylaşılması? Yok.
Avrupa’dan siyasi destek? O da yok.

Geriye kalan tek şey, Avrupa’nın “teşekkür”ü…
Teşekkürle ülke yönetilmez; teşekkürle devlet stratejisi kurulmaz.

Bu nedenle bugün sorulması gereken soru nettir:
Türkiye, Avrupa’nın güvenliğini üstlenirken kendi güvenliğini neye emanet etti?
Avrupa’nın krizi Türkiye’nin sırtına bırakılmış olabilir; fakat Türkiye’nin kendi krizleri kime bırakıldı?

Milli Görüş’ün yıllardır söylediği hakikat bugün daha görünürdür:
Başkalarının projelerine hizmet eden bir dış politika, milletin geleceğine hizmet etmez.
Gerçek devlet aklı, Türkiye’yi tampon devlet değil, bölgesinde sözü dinlenen bağımsız bir güç yapar. Bunun yolu da yük taşımaktan değil, yükün kaynağını doğru okumaktan geçer.