Modern bilincin doğasına dair yapılan araştırmalar yalnızca nörobilimsel bir tartışma sunmakla kalmıyor, aynı zamanda çağımızın ahlaki ve siyasal krizlerine de şaşırtıcı bir açıklık getiriyor. Ölümün bir yok oluş değil bir geçiş olduğunu, bilincin bedensel sınırlardan çok daha bağımsız bir varlık sürdürebildiğini gösteren bulgular insan davranışının karanlık eğilimleriyle bir araya geldiğinde Gazze’de yaşanan soykırımı, Siyonizmin saldırganlığını ve İslam dünyasının edilgen sessizliğini açıklayan geniş bir kavramsal çerçeve oluşturuyor. Bilinç ve ölüm arasındaki ilişki yeniden tanımlanırken insanlığın sahte güvenlik alanlarına kapanarak ürettiği toplumsal çöküş de çıplak biçimde ortaya çıkıyor.
Bilimsel çalışmalar, ölümün fiziksel bir kopuştan ibaret olmadığını, bilincin beden sona erdikten sonra dahi varlığını sürdürebildiğini güçlü verilerle ortaya koyuyor. Beyin ölümü gerçekleşen bir bedenin tıbben “yaşamıyor” kabul edilmesi, buna karşılık bedensel fonksiyonları ciddi ölçüde kaybolmuş bireylerin “hayatta” sayılması bu ayrımın sosyolojik boyutunu gösteriyor. Ölüm, biyolojik bir kapanıştan çok bir bilinç akışının faz değiştirmesi olarak görülmeye başlanıyor. Biz Müslümanlar buna zaten iman ederiz ancak günlük hayat pratiğimizden bu tamamen yok olmuş durumda. Bu çerçeveden bakıldığında Gazze’de hayatını kaybeden binlerce insanın “yok” olmadığı, aksine toplumsal bilincin öte yakasına geçerek yeni bir varlık düzlemine dahil olduğu fikri soykırımı gerçekleştiren güçlerin asla kavrayamayacağı bir metafizik gerçeği önümüze seriyor.
Ölüm korkusu ve toplumsal davranışlar arasındaki ilişkiyi inceleyen deneysel araştırmalar, insan zihninin tehdit algısıyla birlikte nasıl daraldığını açık biçimde gösteriyor. Ölüm kaygısı yükseldiğinde toplumlar daha milliyetçi, daha dışlayıcı, daha materyalist, daha saldırgan eğilimler sergiliyor. Korkunun bu davranışsal izdüşümü Siyonizmin sistematik şiddetini ve uluslararası toplumun edilgenliğini anlamak açısından kritik bir veri sunuyor. Medyanın sürekli vahşet görüntüleriyle beslediği toplumsal bilinç, uzun süreli bir “düşük yoğunluklu terör” etkisi altında kalarak duyarsızlığa ve eylemsizliğe sürükleniyor. Gazze’deki yıkımın sıradanlaşması bu psikolojik süreçlerin doğrudan sonucudur.
Siyonizmin politik stratejisi, korku üretimi ve bilinç manipülasyonunu merkeze alarak ilerliyor. Soykırımı sıradanlaştırmak, zulmü güvenlik söylemi altında meşrulaştırmak, bilinç üzerinde süregelen bir tahrifat anlamına geliyor. Buna karşılık İslam dünyasının tepkisizliği, yalnızca siyasi bir zaaf değil, daha derin bir bilinçsel çöküşün göstergesidir. Korkuya teslim olmuş toplumlarda direnç refleksi zayıflar, ahlaki sorumluluk duygusu sönümlenir ve zulmün karşısında edilgen bir kabulleniş hâkim olur. Bu durum, canlı bir bedenin ruhunu kaybetmiş bir bilinçsizliğe sürüklenmesine benzer. Bir başka ifadeyle, İslam coğrafyasındaki sessizlik bir “manevi beyin ölümü” görüntüsü sergilemektedir.
Diğer yandan ölümün metafizik doğasına ilişkin araştırmalar, özellikle ölüm anında kaydedilen yoğun gama dalgası aktiviteleri, bilinç perdesinin ölüm sırasında açılabileceğine dair güçlü ipuçları sunuyor. Bu veriler, şehitlik kavramına modern bir bilimsel arka plan kazandırıyor. Gazze’de şiddetin hedefi olan sivillerin son anlarında yaşadığı bilinç açıklığının, modern orduların hiçbir zaman yenemeyeceği bir direniş kapasitesi oluşturduğu söylenebilir. Siyonizmin en büyük yanılgısı da burada belirir. Bedenleri yok ederek ruhu öldürdüğünü sanmak. Oysa bilinç fiziksel sınırları aşar, hakikat ise zulmün hiçbir zaman erişemeyeceği bir düzeyde varlığını sürdürür.
Gazze bugün sadece jeopolitik bir çatışmanın değil, insanlığın bilinç kapasitesinin de sınandığı bir alandır. Bedenlerin yok edildiği, ancak ruhların varlığını sürdürdüğü bu tarihsel an, insanlığın ölümle ilişkisini yeniden düşünmesini zorunlu kılıyor. Ölüm korkusundan arındırılmış bir bilinç daha adil, daha cesur ve daha merhametli davranışlar üretir. Buna karşılık korkuya teslim olmuş toplumlar edilgenleşir, zulme göz yumar ve kendi tarihsel varlık nedenleriyle bağlarını kaybeder.
Sonuçta Gazze’de yok edilen bedenler değil, insanlığın vicdani eşiğidir. Siyonizm, şiddeti bir varlık stratejisine dönüştürerek kendi ruhunu tüketmiş, İslam dünyası ise sessizliğini bir bilinç çöküşüne dönüştürmüştür. Ancak bilinç ölmez, ruh ölmez ve hakikat hiçbir zaman yok olmaz. Gazze bugün yalnızca bir trajedinin değil, insanlığın gerçek yüzünü gösteren bir aynanın adıdır. Bu aynaya bakmak istemeyenler, aslında kendi çöküşlerini hızlandırmaktadır.