Bütün dünya emsali görülmemiş gürültülerin esareti altında devinirken, buna ses çıkarmaya kalkan her insan susturulur. Kayıtsızlık sonucu kendi kendine susmayanlar korkuyla olmazsa derdest ederek… Derinlerine Amerikan emperyalizmi bulaşmış söylem gençliği kininin, öcünün davacısı diye nitelerken, birileri de kinin susturduğunu ve susuşun kararttığını fark eder. Ortak payda kin duymak ve öcün ardından gitmektir de onun kime ve neye ait olduğu pek fark edilmez. Anlaşılmışsa itina ile örtülür, gizlenir, setredilir. Yani kişisel ihtirasların gölgesinde büyütülen kin, kimi zaman tesettüre dahi bürünüverir. Beri yanda dünyanın zıvanadan çıkmış hali sükûnet ve teslimiyetle seyredilir. Nitekim karşı çıkıldığı sanılan paradigmaların yerine neyin ikame edilemediği akla gelmez, düşünülmez, göze bile çarpmaz. Öyle ki kayıtsızlık ve belki bir vazifeyi yerine getirmenin itminanı herkesi susturur.
Herhangi bir ferdin, benim olmadığım yerde kimse yoktur, iddiası gütmesi, mütekâmil bir dava ahlâkını değil kendi varlığını önemsediğini gösterir. Bir yerde uzun süre bulunmak, önemli görevler almak, bulunanın değil bulunulan yerin ehemmiyetini artırır. Bundan kendine paye biçebilen, önüne konan lokumda boncuk bulmuş demektir. Yahut ona benzer, değer belirten bir şey aranmaktadır. Hâlbuki değer, yerin bizzat kendisidir ve bastığı zeminden, Allah’ın arzından kopan, irtifa kaydettiğini zanneder. Zandır. Fazlasından da azından da kaçınmak gerekir. Zanlarıyla istikamet çizenden de…
Asırlar boyu kendi tanımsızlığında debelenen muhafazakârları ardına takmayı başarmış bazı şairlerin dediği gibi; kim var diye sorulduğunda sağına ve soluna bakınmadan fert fert ‘ben varım’ cevabı vermek, bir davanın süreğenliğini kişisel ihtiraslara kurban etmek kadar ahlâksızdır. İnsan, sağına ve soluna bakınıp, mutlaka benden daha iyileri vardır, böyle bir görevi filancaya verirseniz ben yanında dururum diyebilme erdemine sahip bir varlıktır. Ya da olmalıdır. Hem de yaratılmışların maruz kaldığı haksızlıkları fark eden, kendisini etkilemediğini ve dolayısıyla ilgilendirmediğini düşünmeden mağduru savunmayı vazife bilen, hiçbir savunuda hırçınlaşmayan, adeta tevekkül abidesi insanlar… Bu dünyada gayriihtiyarî konumlanışı ve gerçek hayata uyandığında hesap verebilirliği şansa yahut ihtimallere bırakmayan insanlar… Popülist rüzgârların iklimi fazlaca etkilediği zamanlarda değil belki ama şimdiki zamanda her halinden, tavrından, vakar ve samimiyetinden tanınacak insanlar… Kitle ruhsuzluğuna prim vermeden, hemen her dalganın gelip geçiciliğini bilerek, kendi gemisini yüzdürmekten öte dalgaya kapılan kapılmayan bütün vasıtaların selameti için dua eden, öğütleyen, sözün doğrusuna itimat edip uyan insanlar… Hani hakiki saadetin asr-ı saadet kıvamında şimdiki zamanda ve hâlâ canlılığını koruyan dünyada da mümkün olduğuna inanan, eylemlerini bunu mümkün kılmak için düzenleyen insanlar… Hâlâ böyle davranabilecek, kişisel bir hesabı olmayan, adına açılanları da kamu hesabına dönüştüren insanlar vardır. Sayılarının ve samimiyetlerinin artması umulur.
Kim var diye sorulduğunda, makama adam aranmaktaysa, kişinin kendisinden daha layık olduğunu düşündüğü birini işaret etmesi gerekir. Keza nimetin paylaşımı için sorulmaktaysa kim var diye, onda liyakat değil yokluk aranır. Külfet içinse ona talip olmak, vazifeye atılmak için içinde bulunduğu vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmekten harap olmuş, bitap düşmüş, istediğini elde etmek için her vaade sarılan, kopardığı her parsayı kar sayan muhterislerin harcı değildir.
…
Zaman, asır, ömürler geçer; Müslümanlar normal şartlarda devletin imkânsızlığına kanaat getirmeliyken bu ulus devletler çağında bir İslam devletinin imkânsızlığını tartışır. Bu şartlar altında emperyalist, demokrat, diktatöryal, sosyalist, liberal ve sair devlet düzeni meşru, yine tüm bu şartlar üstünde bir İslam devleti gayrimeşru kabul edilir. Enternasyonal anlamda herhangi bir devlet, güç, iktidar meşruiyetinin rahatlıkla tartışılabildiği şu zamanda sadece din temelinde o da sadece İslam hükümleri doğrultusunda oluşturulabilecek bir devlet tasarımı ne hikmetse imkânsız görünür. İslam hukukçuları, münevver sayılabilecek adamlar, akademisyenler muhtemelen tam da böyle bir sorunla yüzleşme ihtimalini örtme derdindedir.
Sonra uyduruktan oluşturulmuş ulus devlet modası da geride kalır; tek devlet, tek millet, tek market, tek patates, tek soğan, nihayet son nefese doğru çekip gidilir…