TBMM’de günlerdir hararetli tartışmalara konu olan 2026 bütçesi, sadece rakamlardan, tablolardan, kalem kalem dağıtımlardan ibaret değil. Bütçe dediğiniz şey, bir ülkenin nabzı, bir toplumun gidişatıdır; kimin yüzünü güldüreceğini, kimin yüreğini burkacağını gösteren pusuladır. Ancak bu pusulanın ibresi ne yazık ki uzun süredir aynı noktayı gösteriyor: Derinleşen yoksulluk, genişleyen darboğaz, büyüyen umutsuzluk…

İktidar temsilcileri ve maliye bürokrasisinin söylemlerine kulak verdiğinizde ağız birliği etmişçesine aynı melodiyi duyarsınız: “İstikrar yılı, refah yılı, büyüme yılı…”
Ne var ki sokakta bu melodiyi duyan yok. Çarşıda pazarda, markette kasaya yaklaşırken fiyat etiketlerinden korkan vatandaş için bu söylemler bir müzik değil, acı bir ironi hâline geliyor.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın “2026 istikrar ve refah yılı olacak” sözünü her duyduğumda kendi kendimize soruyoruz: Hangi refah? Kimin istikrarı? Kimin için büyüme?

Çünkü bu bütçe bize bir gerçeği bir kez daha fısıldıyor: Vergi yine çalışandan alınacak, dar gelirlinin cebinden çıkacak; aktarılan kaynak ise yine faiz ödemelerine, sermaye kesimine uğrayacak.

Bir ülkede ekmeği küçültüp vergiyi büyüterek refah sağlandığını söylemek, güneşe “Gece oldun” demekten farksızdır.

Bu bütçeyle bir istikrar sağlanacaksa o da toplumun geniş kesimleri için değil, yıllardır aynı düzenin imkânlarından faydalanan mutlu azınlık içindir.
Bugün ülkenin yaklaşık yüzde 80’i geçim sıkıntısının girdabında çırpınırken, “refahın tabana yayılacağı” söylemi gerçeği yansıtmaktan çok uzak bir temenniden ibaret kalıyor.

Kimse kusura bakmasın ama bu ülkede insanlar ay sonunu getirmek için hesap makinesiyle değil, adeta dua ile yaşıyorsa burada refah değil, ancak hayal pazarlaması vardır.

3 Aralık Dünya Engelliler Günü vesilesiyle yapılan konuşmalara gelince…
23 yıldır iktidarda olan bir yönetimin hâlâ “Yapacağız, edeceğiz, planlıyoruz” cümleleri kurması üzerinde uzun uzun durulması gereken bir çelişkidir.

Evet, engelli istihdamında 83 bin rakamı telaffuz ediliyor. Şüphesiz kıymetlidir.
Ama iş bekleyen engelli sayısına baktığımızda, 23 yılın sonunda hâlâ bu kadar büyük bir açık olması, cümlelerin süsünü değil, gerçeğin çıplaklığını ortaya koyuyor.

Bir diğer konu ise engelliler için hayati öneme sahip ÖTV muafiyeti meselesi.
Bunca yıldır çözülemeyen karmaşa, vatandaşın mahkeme kapılarında sürünmesi, bürokrasinin duvarlarına çarpa çarpa yollarını kaybetmeleri…
Tüm bunlar, “engelli dostu politikalar” söylemini gölgeleyen talihsiz bir tablo değil de nedir?

Ekonomistler, akademisyenler, hatta sokaktaki sade vatandaş bile aynı şeyi söylüyor:
Bu bütçe, geniş toplum kesimlerine yeni umutlar değil, yeni yükler getirecek.

Enflasyonun yükselişi durdurulamadığı sürece, istihdam oluşturulamadığı sürece, gelir adaleti sağlanmadığı sürece “refah yılı” söylemi ancak bir parlatma çabasından ibaret kalır.

Bir ülkede milyonlar asgari ücretin altında bir yaşam mücadelesine sıkışmışsa, insanların çocuklarına süt almakta zorlandığı bir dönemde “refah artıyor” demek; yağmurlu bir günde gökyüzüne bakıp “Ne güzel güneş var” diye ısrar etmek gibidir.

Bu bütçe topluma ne kazandıracak, ne kaybettirecek? Mesele tam olarak burada düğümleniyor.

Kazandıracağı şey: Mutlu azınlığa huzuru ve düzenin devamlılığını.
Kaybettireceği şey: Yoksulun umudunu, işsizin sabrını, dar gelirlinin nefesini.

Toplumun büyük çoğunluğu için refah hâlâ bir hedef değil, sadece bir hayal… Ve o hayal, her yeni bütçeyle biraz daha uzaklara savruluyor.