Gündem o kadar yoğun ki, hangi meseleye yetişeceğimizi şaşırıyoruz.
Her gün yeni bir kriz, yeni bir tartışma, yeni bir çelişki…
Ama öyle bir açıklama var ki, unutulacak gibi değil.
Bunlardan biri de ABD Büyükelçisi’nin yaptığı o hadsiz açıklama.
30 Kasım 2025 tarihli Sözcü gazetesinde yer alan haberde, ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın sözleri Türkiye’nin egemenliğini ilgilendiren vahim bir tabloyu bir kez daha gözler önüne seriyor. Büyükelçi, eski sömürge valilerinin üslubunu andıran bir cümle kuruyor:
“Ruhban Okulu 2026 Eylül’de açılacak.”
Soruyorum:
Bu ülkenin kararını ne zamandan beri Washington’daki bir büyükelçi açıklıyor?
Bir büyükelçi hangi yetkiyle Türkiye adına tarih verebiliyor?
Burası bağımsız bir devlet mi, yoksa ABD’nin gözünde bir müstemleke mi?
Türkiye’de Devlet İstatistik Enstitüsü’nün verilerine göre Ortodoks Rum nüfusu üç bini geçmezken, dev bir Ruhban Okulu’nun yeniden açılması hangi ihtiyaca dayanıyor?
Ortada bir ihtiyaç olmadığı açık.
Ortada masum bir eğitim talebi yok.
Asıl hedef, Fener Rum Patrikhanesi’ne “ekümeniklik” yani dünya Ortodoksluğu üzerinde uluslararası bir egemenlik alanı kazandırmak mı?
Bu ne demektir?
Devlet içinde devlet kurma girişimi.
Ve insan ister istemez şu soruyu da sormadan edemiyor:
Kanal İstanbul projesi de bu büyük planın bir başka adımı değil mi?
Boğazların statüsünü tartışmaya açan, uluslararası güçlerin yıllardır beklediği kapıyı aralayan bu proje; Patrikhane’nin ekümeniklik hamlesiyle birlikte düşünüldüğünde, aynı jeopolitik projenin tamamlayıcı halkaları değil midir?
Papa’nın ziyaretiyle aynı döneme denk getirilen bu açıklamalar elbette tesadüf değildir.
Bugün “okul” diye açılan kapı, yarın “özerklik”, sonra “uluslararası statü” taleplerine dönüşecektir. Bu senaryonun Balkanlar’da, Ortadoğu’da ve Kafkasya’da nasıl sonlandığını tarih defalarca göstermiştir.
Asıl soru ise şudur:
Türkiye bu küstah dile karşı neden susuyor?
Dün “Ekümenikliği asla tanımayız” diyenler, bugün ABD Büyükelçisi’nin verdiği tarihe nasıl “hazırız” açıklamasıyla eşlik ediyor?
Bu milletin hafızası da vicdanı da bu çelişkileri görüyor.
Tam da burada merhum Erbakan Hocamızın yıllar önce söylediği o veciz söz kendini hatırlatıyor:
“Bunlar ancak kurdele keserler.”
Evet, bugün yapılan tam olarak budur:
Dışarıda hazırlanan projelerin kurdelesi içeride kesiliyor.
Emperyal merkezlerde pişirilen planlara “milli karar” süsü verilerek bu millete sunuluyor.
Bugün Ruhban Okulu, yarın Patrikhane’ye uluslararası hüviyet, öbür gün Montreux’ü tartışmaya açan adımlar…
Hepsi aynı zincirin halkalarıdır ve hepsi Türkiye’nin egemenliğini adım adım daraltmaktadır.
Bu nedenle mesele siyaset üstüdür; günlük polemiklerin değil, devlet aklının, millet iradesinin ve egemenlik bilincinin konusudur.
Ve bugün bir kez daha görülmüştür ki, Milli Görüş’ün yıllardır yaptığı uyarılar bire bir gerçekleşmektedir.
Bugün susarsak yarın çok geç olur.
Bugün sorgulamazsak, yarın telafisi olmayan bir egemenlik kaybının kapısı aralanır.
Bugün “jest” diye sunulan adımlar, yarın bu topraklarda yeni bir “devletçik” projesine dönüşebilir.
Unutmayalım:
Hiçbir devlet, kendi içinde başka bir devlete alan açarak ayakta kalamaz.
Eğer buna göz yumuluyorsa, bunun adı “hizmet” değil;
tarih önünde büyük bir vebaldir.
