Bugün manşetlerden yükseliyor slogan:“Terör bitsin de varsın sonumuz darağacı olsun.”
Ton yüksek, söylem sert, hamaset yerli yerinde. Ancak bu ülkede artık hiç kimse hamasete değil, arşive bakıyor. Siyasetçiler unutabilir ama arşiv unutmaz. Bugün “vatan, millet” diye bağıranların dün hangi süreçlerin ortağı oldukları, kimlerle masaya oturdukları, kime ne söyledikleri hepsi kayıtlarda duruyor.
Örneğin 2015 yılında, çözüm süreci sıcaklığını korurken, MHP’nin önde gelen isimlerinden Semih Yalçın şunu söylüyordu:
“Erdoğan çözüm sürecinin kralıydı, bu dönemde işlenen suçlardan dolayı Yüce Divan’da yargılanmalı.”
Bugün aynı çevrelerin, dün “Yüce Divan” diye hedef gösterdikleri kişiyle yan yana durması, dün söylediklerinin zıttına düşen söylemler üretmesi kimsenin gözünden kaçmıyor.
Dahası var.
Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde bir konuşma var ki, bugün gelinen noktayla yan yana koyunca en büyük çelişkiyi ortaya koyuyor.
Devlet Bahçeli’nin ATV – Siyaset Meydanı programında söylediği o sözler:
Dört parçalı büyük Kürdistan projesinin ilk adımı Kuzey Irak’ta atıldı. Türkiye, Barzani’nin peşmergelerini kırmızı halıyla karşılayan bir fotoğrafın içine çekildi. Yarın Suriye, ertesi gün İran. Türkiye ise zaten 27 yıldır bu projenin hayata geçirilmesi için uğraşanların hedefinde.
Kuzey Irak’ta Türkiye’yi de kapsayan Kürdistan haritası çiziliyor.
Başbakan’ın ‘Sivas’ın ötesine geçemiyorsunuz’ sözleri, Sivas Gavur Dağı hattını hafızalara kazıma çabasıdır.
Birisinin hayalini herkesin hafızasına çizmeye çalışan bu anlayış nasıl iyimser karşılanabilir?
Kim kimi aldatıyor?
12 Haziran seçimi kader günüdür.”demişti.
Bu sözleri söyleyen kişi bugün, o gün “BOP eş başkanı” diye hedef aldığı kişiyle ortak siyaset yürütüyor.
Dün kırmızı halı eleştirisi yapanlar, bugün aynı aktörlerle sessizce görüşüyor.
Dün “büyük Kürdistan planı”na karşı çıkıp uyarı üstüne uyarı yapanlar, bugün aynı bölgesel adımların içinde rol alıyor.
Peki ne değişti?
Siyaset ilkeleri mi, yoksa sadece koltuğun rengi mi?
Bu milletin soruları haklı ve nettir:
Madem terörle mücadele bu kadar basitti, neden 40 yıl önce yapılmadı?
Neden 25 yıl önce yapılmadı?
Bebek katili yakalandığında neden yapılmadı?
İdam kararı çıktığında neden uygulanmadı?
Ve o idam dosyası neden Başbakan Yardımcısı olduğunuz dönemde masanızda BEKLETİLDİ?
Bu sorular ortadayken, bugün çıkıp “darağacı” romantizmi yapmak siyasi samimiyetin değil, siyasi makyajın göstergesidir.
Millet, o dosyanın neden rafta beklediğini, kimin terörle mücadelenin kritik dönemeçlerinde nasıl tutum aldığını, dün başka bugün başka konuşanları çok iyi biliyor.
Dün İmralı trafiğine ateş püskürenlerin, bugün aynı trafiği “devlet aklı” diye meşrulaştırması hafızalarda.
Dün Barzani’ye kırmızı halı serilmesini eleştirenlerin, bugün aynı temaslara sessiz kalması hafızalarda.
Dün çözüm sürecinin mimarlarını “hesap verecekler” diye tehdit edenlerin, bugün çözüm sürecinin bütün sorumlularıyla siyasi ortaklık kurması da hafızalarda.
Arşiv bütün bu çelişkileri bir bir kaydetmiş durumda.
Ve her sayfası şunu söylüyor:
Türkiye’de asıl sorun terörden önce, terörün üzerinden siyaset üretip dünle bugün arasında uçurum açanların tutarsızlığıdır.
Bugün sloganlara değil, geçmişle yüzleşmeye ihtiyaç vardır.
Ve yüzleşmeden kaçan hiçbir siyasi aktör, ne terörle mücadelede ne de memleketin geleceğinde gerçek bir güven inşa edemez.

