Ortadoğu yeniden büyük bir dizaynın eşiğinde. Haritaların sadece masa başında değil, diplomatik salonlarda, kravatlı fotoğrafların gölgesinde çizildiği bir döneme girdik. Türkiye ise içeride kimin İmralı’ya gidip gitmeyeceğini tartışarak kendi gündemine sıkışmışken, dışarıda birileri çok daha sessiz ama çok daha etkili bir oyunu sahnelemeye başladı.

Irak’ta gerçekleşen ve bölge için yeni bir siyasi zemin oluşturma amacı taşıdığı açıkça görülen toplantıda, Türkiye’nin yıllardır kırmızı bültenle aradığı isimlerin kravatla protokole alınması, aslında niyetin saklanmadığı bir gösteriydi. Bu fotoğraf, diplomatik bir ayrıntı değil; Türkiye’ye rağmen, Türkiye’siz ve Türkiye’ye karşı kurulan bir geleceğin işaretidir.

Dün terör örgütlerinin sahadaki sorumlusu olarak bilinen, Türkiye’nin canını yakan, ocaklara ateş düşüren isimlerin bugün birer “aktör” olarak yakılan ışıklar altında alkışlatılması, bir makyaj operasyonu değil; uzun zamandır hazırlanan projelerin sahneye sürülmesidir.

Biz içeride hâlâ “kim İmralı’ya gider, kim gitmez” sorusuna takılmışken, dışarıda bölgenin geleceği yeniden yazılıyor. Yıllardır bölgeyi kendi jeopolitik amaçlarına göre şekillendirmeye çalışan küresel ve yerel güçlerin ortak operasyonudur.

Bu isimlere meşruiyet kazandıran çevrelere bakmak bile aslında büyük fotoğrafı görmek için yeterlidir. Suriye’de PYD/YPG’yi ‘kara gücüm’ ilan edenler, Irak’ın kuzeyindeki yapıların güçlenmesine sessiz kalanlar, bugün sahneye çıkardıkları bu figürlere kravat taktırarak onlara suni bir diplomatik statü kazandırmaya çalışıyor. Bugün salonlara ‘devlet adamı’ görüntüsüyle sokulan kişileri yarın Türkiye’nin önüne ‘müzakere edilmesi gereken taraf’ olarak çıkarma niyetindeler. Bu, diplomasi diye pazarlanan bir hamle değil; Türkiye’yi köşeye sıkıştırma, masa dışına itme ve oldubittilerle karşı karşıya bırakma planıdır.

Türkiye içeride kendi gündemlerine boğulurken, dışarıda büyük bir harita operasyonu yürütülüyor. Bizim televizyon ekranlarında saatlerce konuştuğumuz tartışmalar, dışarıda olup bitenin yanında maalesef bir ayrıntıdan ibaret kalıyor. Biz “kim ne dedi?” sorusuyla oyalanırken, bölgenin geleceği bizim dışımızda belirleniyor. Ama gerçek şu ki: dışarıdaki masa çok güçlü bir propaganda ile meşruiyet kazanırken, içerideki dağınıklık o masayı daha da cesaretlendirmektedir.

Tam da bu noktada Türkiye’nin çıkış yolu tartışmasız şekilde kendi tarihî birikimine, kendi siyasal hafızasına, kendi irfan geleneğine yaslanmaktır. Bugün bölgede olup bitene en tutarlı itirazı yükselten, çıkar hesabına teslim olmayan, dün ne diyorsa bugün de aynısını söyleyen, siyaseti günübirlik hamlelerin değil, ilkesel duruşun üzerine kuran tek çizgi Milli Görüş çizgisidir. Bu çizgi, meseleye sadece siyaset penceresinden değil, ümmet bilincinin, adalet tasavvurunun, mazlumdan yana tavır alışın penceresinden bakar. Bu nedenle de dışarıda çizilen her haritaya karşı bu milletin sesi olabilecek yegâne aklı temsil eder.

Ve bütün bu tablo karşısında şunu açıkça söylemek gerekiyor: O kravat takılanların birçoğu, Türkiye’yi bölmek isteyen projelerin taşeronudur. Bu gerçeği görmeden bölgenin geleceğini anlamak da, Türkiye’nin güvenlik siyasetini konuşmak da mümkün değildir. Bu nedenle bugün, sadece eleştirmek değil, sahaya inmek; sadece yakınmak değil, örgütlü bir irade ortaya koymak gerekir. Son olarak tüm bu oyunları bozmanın yolu bellidir: Zaman kaybetmeden, en az Milli Görüş’ü temsil eden Saadet Partisi’ne üye olmak, üye bulmak için mücadele etmek ve bu kutlu davayı hem maddi hem de manevi olarak desteklemek. Çünkü bu coğrafyada kurulan kirli senaryoları bozabilecek tek güç, örgütlü, kararlı ve şuurlu bir millet hareketidir.

Sözcü Mazlum