Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son günlerde art arda yaptığı açıklamalar, özellikle de “nüfus artışında felaket yaşıyoruz” sözleri, ülkenin en kritik meselelerinden birini yeniden gündeme taşıdı. Ancak ortada bir gerçek var ki, bu konu ne bugünün şaşkınlığına ne de yeni fark edilmiş bir probleme işaret ediyor.

Aslında bu konuya 17 Kasım 2025 tarihli köşe yazımda, “Niye dört, niye beş olmasın? demek kolay; ama aile yoksullukla boğuşurken nüfus artışı mümkün değil” başlığıyla açık açık değinmiştim. O yazıda da ifade ettiğim gibi, nüfusun kendini yenileme oranının 1.48’e düşmesi tesadüf değildir. Gençler çocuk sahibi olmak istemediği için değil, çocuk büyütmenin ekonomik maliyetine güç yetiremediği için bu tabloyla karşı karşıyayız. Kiralar, kreş ücretleri, mama giderleri, ulaşım ve eğitim masrafları bugün bir ailenin omuzuna çökmüş en ağır yüklerdir. Böyle bir ortamda “neden çocuk yapmıyorsunuz” demek, hayatın gerçeklerine göz kapamaktır.

Bu ülkede genç bir çiftin aklına gelen ilk soru: “Çocuğa bakabilir miyiz?”
İkinci soru: “Geçinebilir miyiz?”
Üçüncü soru: “Anne işe dönemese ev nasıl dönecek?”

Eğer devlet bu sorulara güven veren bir cevap üretemiyorsa, nüfus tartışması da sadece bir şikâyetler listesi olmaktan öteye geçemez.

Bu nedenle çözüm çağrılarda değil, güçlü ve kararlı bir sosyal devlet politikasındadır. Lafla değil, hesaplanmış, sürdürülebilir ve aileyi önceleyen uygulamalarla. Nüfusu artırmak istiyorsak önce çocuk yetiştirmenin yükünü hafifletmek zorundayız. Aksi halde her yıl aynı sözler söylenir, aynı “felaket” vurgusu yapılır ama hiçbir şey değişmez.

Bu ülkenin anneleri ve babaları yalnız değildir; devlet onlara gerçekten sahip çıkmaya karar verirse mesele kökünden çözülebilir. Bunun yolu da bellidir ve defalarca dile getirdim, bugün tekrar ediyorum:

HER DOĞUM YAPAN İSTER ÇALIŞAN OLSUN İSTER EV HANIMI ANNEYE ÜÇ YIL BOYUNCA ASGARİ ÜCRET DÜZEYİNDE MAAŞ BAĞLANMALIDIR.
ÜÇ YIL BOYUNCA EMEKLİLİK SİGORTA PRİMLERİ DE DEVLET TARAFINDAN YATIRILMALIDIR.

HER DOĞAN ÇOCUK İÇİN İSE ASGARİ ÜCRETİN DÖRTTE BİRİ ORANINDA DÜZENLİ BİR ÇOCUK DESTEĞİ MUTLAKA VERİLMELİDİR; BU DESTEK 18 YAŞINA KADAR, ŞAYET EĞİTİMİ DEVAM EDİYORSA 24 YAŞINA KADAR SÜRMELİDİR.

Anne üç yıl boyunca çocuğuna baktıktan sonra işine geri döner; eğer ikinci çocuk üç yıl içinde doğarsa aynı destek yeniden başlar. Bu, hem biyolojik gerçeklerle uyumludur hem sosyolojik açıdan makuldür hem de ekonomik olarak mümkündür.

Burada hemen ortaya çıkacak itirazı duyar gibiyim: “Para yok.”
Peki öyleyse sormak hakkımız değil mi?

Bu devlet yap-işlet-devret modeliyle 1,5 milyar dolarlık köprüye 17 milyar dolar garanti öderken para vardı da, annelere gelince mi yok?
3 milyar dolarlık projelere 10–14 milyar dolar fatura çıkarılırken kaynak vardı da, çocuklara gelince mi bütçe sıkışıyor?
Osmangazi’ye 11 köprü, Yavuz Sultan Selim’e 7 köprü, Çanakkale’ye 2,6 köprü karşılığı ödeme yapılabiliyorsa bu ülkenin geleceğine dair destek de pekâlâ yapılabilir.

Gerçek şudur: Sorun para yokluğu değil, öncelik yokluğudur.
Devlet tercihini müteahhitten yana değil, milletten yana kullanırsa nüfus da güçlenir, aile de güçlenir, ülkenin geleceği de güvence altına alınır.

Bugün çocuk büyütmek Türkiye’de bir cesaret işine dönüştüyse bunun sebebi millet değil; milleti zorlayan ekonomik şartlardır. Madem gerçekten nüfusu artırmak istiyoruz, o zaman çözüm millete yüklenmek değil, milletin yükünü almaktır.

17 Aralık 2025 tarihli bu yazımda açıkça söylüyorum:
Bir ülkenin nüfus politikası çağrı ve temenniyle değil, güçlü bir sosyal devlet düzeniyle inşa edilir.

Köprüleri yapan müteahhitlere garanti veren devlet, annelere ve evlatlarına da aynı güvenceyi sağlamak zorundadır.

Whatsapp Image 2025 11 21 At 16.05.10 (2)Whatsapp Image 2025 11 21 At 16.05.10 (1)Whatsapp Image 2025 11 21 At 16.05.10Whatsapp Image 2025 11 21 At 16.05.09