Dün “Haçlı”, bugün “hoş geldin”; peki dün mü yanlıştı, bugün mü?
2017’de Sancaktepe’de kürsüye çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa Birliği liderlerinin Vatikan’da Papa’nın huzurunda toplandığını anlatırken öfkesini saklamamıştı:
“Papa ne zamandan beri AB üyesi oldu? Haçlı ittifakı kendini gösterdi. Siz Türkiye’yi Müslüman olduğu için içeri almıyorsunuz.”
Bu sözler o dönem iktidarın Avrupa siyasetine yön veren ana omurga hâline gelmiş, meydanlarda alkış toplamış, muhafazakâr kitlelerin hafızasına kazınmıştı.
Aradan yıllar geçti.
Bugün aynı Papa, Ankara’da devlet töreniyle karşılanıyor.
Anıtkabir ziyaretinden Diyanet’e kadar her temas “diplomatik başarı” etiketiyle sunuluyor.
Dün “Haçlı ittifakı” denilenlerin bugün “barış elçisi” diye ağırlanması ise hiçbir sorun yokmuş gibi gösterilmeye çalışılıyor.
Oysa bir gün Haçlı, ertesi gün kardeşlik… Böyle dış politika olur mu?
Dış politika elbette değişebilir; devletlerin çıkarları zamanla güncellenir.
Ama mesele çıkar değil; dün toplumun önünde kullanılan sert dil ile bugün verilen sıcak fotoğraflar arasındaki uçurumdur.
Eğer Papa’nın Avrupa liderleriyle fotoğrafını “Haçlı ittifakı” diye yorumlayıp toplumu buna göre mobilize ettiyseniz; bugün aynı Papa’yı kırmızı halılarla karşılamanın izahı olmak zorundadır.
Millet de haklı olarak soruyor: “Dün düşman ilan edilen bugün nasıl dost oldu?”
Siyasette bazıları unutturmaya çalışsa da, arşivler de millet de unutmuyor.
Hele ki “asla”, “kesinlikle” ve “bizim terbiyemize uymaz” gibi güçlü ifadeleri hiç unutmuyor.
2017’de Papa hakkında söylenenler unutulmadığı gibi, bugün yapılanlar da unutulmayacak.
Çünkü mesele yalnızca Papa değildir; mesele Türkiye’de uzun yıllardır tekrar eden tutarsızlık zincirinin yeniden görünür hâle gelmesidir.
Cumhurbaşkanı’nın seçimlerden önce kurduğu o cümle hâlâ hafızalarda:“Bizim kalkıp da teröristlerle masaya oturmak gibi Allah göstermesin kendimizi inkâr edecek hâlimiz yoktur. Böyle bir şeyi asla yapamayız. Bu bizim siyasi terbiyemize, karakterimize, cibilliyetimize ve tarihî duruşumuza uymaz.”
Toplum bu sözün ağırlığını unutmadı.
Bugün ise aynı ülkede yeniden “İmralı’ya heyet”, “umut hakkı”, “yeni görüşme trafiği” gibi ifadeler konuşuluyor.
Dün keskin bir dille reddedilen bu konuların bugün yeniden gündeme gelmesi, doğal olarak şu soruyu doğuruyor: “Neler değişti?”
Üstelik mesele tek bir başlıkla sınırlı değil. Yıllardır birçok konuda benzer dönüşler görüldü:
“Papazı vermem” dendi, verildi.
“Deniz Yücel’i bırakmayız” dendi, bırakıldı.
“Faiz yükselmez” dendi, yükseltildi.
“Sisi ile barışmam” dendi, barışıldı.
“Miçotakis ile görüşmem” dendi, görüşüldü.
“İsrail’le olumlu düşünmem” dendi, ticaret arttı.
“Kaşıkçı dosyasını vermem” dendi, verildi.
“İsveç ve Finlandiya NATO’ya giremez” dendi, girdi.
“Bedelli askerlik olmaz” dendi, oldu.
“EYT yok” dendi, çıktı.
Değişim elbette mümkündür; siyaset statik değildir.
Ancak dün söylenenle bugün yapılan tamamen zıtsa ve bu değişimin izahı yapılmıyorsa, milletin zihni elbette karışır.
Bu millet verilen söze güvenmek ister. AK Parti’ye yıllardır destek veren seçmen de buna dahildir. Çünkü bu insanlar yıllarca emek vermiş, fedakârlık yapmış, liderine sahip çıkmıştır. Ancak ne kadar sadakat gösterirlerse göstersinler, sözle yapılanın birbirini tutmadığı bir noktada elbette sorgulama hakkı doğar. Bu sorgulama bir kırgınlık ya da düşmanlık değil; “Yıllarca destek verdik, bari söylediğinizle yaptığınız örtüşsün” diyen vicdanın sesidir.
İşte bu yüzden:
Dün “Haçlı” denilen Papa ile bugün sıcak görüntüler verilmesi; dün “cibilliyetimize, siyasi ahlakımıza sığmaz” denilen konularda bugün “İmralı’ya heyet gönderilir mi?” tartışmalarının yapılması, siyasetteki savrulmanın en açık göstergesidir.
Ve millet haklı olarak şunu soruyor: “Dün ‘asla’ dediğiniz bir konu, bugün nasıl oldu da normalleştiriliyor?
Devlet yönetimi hafıza ister, tutarlılık ister, ciddiyet ister; yoksa otorite değil, savrulma ortaya çıkar.
Bir gün çizilen kırmızı çizginin ertesi gün silinir gibi yok sayılması güven değil, güvensizlik üretir.
Ya dün söylenen yanlıştı ya bugün yapılan; ikisi aynı anda doğru olamaz.


