Tozlu arşiv torbaları açıldıkça anlaşılıyor ki; bu ülkede değişen sadece oyuncular… Senaryo ise baştan beri aynı karanlık aklın elinden çıkıyor.

Dün gece o dağınık arşiv torbalarını tek tek açmaya çalıştım ama hâlâ bitiremedim. Niyetim, gurbetçilerle ilgili yıllardır biriktirdiğim çalışmalarımı, notlarımı ve Alman basınında yayımlanan yazılarımı bir dosyada toplamak, hepsini düzenli bir hafıza defterine dönüştürmekti. Fakat her torbaya elimi attığımda tozlu kâğıtların arasından bambaşka gerçekler çıktı. Öyle belgeler, öyle kupürler, öyle unutulmuş haberler elime geçti ki; bugün yaşadıklarımızın yıllar önce nasıl adım adım örüldüğünü bir kez daha anladım. Aramaya hâlâ devam ediyorum; fakat bulduklarım bile bu yazının neden yazılması gerektiğini fazlasıyla gösteriyor.

Bugün “terörsüz Türkiye” diye süslenen siyasi senaryonun arka planında, PKK’lıların affedilip TBMM’de siyasetçi yapılmasının aslında 4 ayaklı Kürdistan planının final sahnesi olduğunu görüyoruz. Yarın “Misak-ı Milli’ye dönüyoruz” propagandasıyla genişletilecek; sonunda ise Anadolu’dan geriye küçücük bir toprak parçası bırakacak uzun vadeli bir oyunun taşları dizilecektir. Bu planın sahipleri bellidir: Figüranlar değişir, yüzler değişir, perdeler değişir ama rejiyi yazan akıl değişmez. Çünkü bu oyun, milletin değil; belirli çevrelerin çıkar düzeninin üzerine kuruludur.

Bu ülkede yıllardır aynı oyunu izliyoruz.

Adı değişti: Derin devlet, kontrgerilla, Gladio…

Simalar değişti: “Efsane kahramanlar” gidiyor, yenileri geliyor…

Perdeler değişiyor: Bir gün kahraman ilan edilenler ertesi gün kokain dosyalarının, karanlık ilişkilerin tam ortasından çıkıyor…
Ama senaryo? Bir gün bile değişmedi.

Bir yanda yıllarca cilalanıp kahramanlaştırılan ama arşivlerde izi pavyon masalarına, otel hesaplarına, kirli para hatlarına çıkan sahte figürler…

Diğer yanda bu karanlığın içinde hafızası bulandırılmış milyonlar…

Tam burada Sedat Peker’in 2004’teki telefon konuşması yeniden anlam kazanıyor.

Peker’in Güler Kömürcü’ye anlattıkları; yıllarca “efsane yarbay”, “devlet büyüğü”, “kahraman timci” diye pazarlanan bazı isimlerin aslında nasıl bir çürümüşlüğün odağında durduğunu gözler önüne seriyor.

Bu ülkede öyle efsaneler ürettiler ki şaşmamak elde değil.

Adamı helikopterden helikoptere atlayan, havada şarjör değiştirip PKK’lılara göz açtırmayan bir “üstün insan” gibi anlattılar. Ne filmde olur ne romanda… Ama yıllarca gerçekmiş gibi pazarlandı. Bugün arşivlere, tanıklıklara ve belgelerle ortaya çıkan ilişkilere bakınca görüyoruz ki; asıl uçuşan şey kahramanlık değil, milletin temiz duyguları ve devletin namusudur. Sahte kahramanlıklarla hafıza rehin alındı, vicdan manipüle edildi, hakikat karartıldı.

Bu tiyatro sadece derin yapılarda değil; siyasetin tam merkezinde de oynandı.

Birileri çıktı bacak bacak üstüne atarak ayar verdi, “ey ey” çekerek meydan okudu, içi boş cümlelerle milletin gazını aldı. Poz çoktu, gösteri çoktu; ama perde kapanınca kendi rolünün dışına çıkamayan, verilen talimatı uygulayan figürlerin kim olduğu ortaya çıktı. Görevleri belliydi: büyük oyunu sürdürmek. Arşivler açıldıkça bunun ne kadar gerçek olduğu daha net anlaşılıyor.

Tam bu sırada Sedat Peker’in internetteki videolarından biri daha tabloyu tamamlıyor.
Kendisine “PKK ile iş tuttun” diyenlere şu sert sözlerle cevap veriyor:

“Hani PKK ile ben iş tutuyordum oğlum? Biz böyle mi Türkiye’ye çıktık lan? Ulan ilk meşaleyi yakan adamım lan PKK’ya karşı! Ulan sahtekârsınız, namussuzsunuz, şerefsizsiniz. Ee? Diyarbakır Cezaevi’nde yapılanları anlattık. Kötü mü ettik?

O olmasaydı PKK bu kadar güçlenemeyecekti. Namus sahibi ufacık çocuklar… Onlar da büyüyünce ‘babamı böyle yaptılar, babama bok yedirdiler’ diye kin kusacak tabiki? Bu aptallıktır! Düşmanını güçlendirmek istiyorsan bunu yaparsın. Çocuğun yanında anasını soyarsın… Aptallıktır! Ulan bunu anlattık diye PKK ile saf tutmuşum öyle mi? Ya Apo’ya neler söyledim, onları niye anlatmıyorsunuz?”

Bu satırlar bile tek başına gösteriyor ki bu ülkede gerçeklerle değil, anlatılarla savaşılmış.
Doğruyu söyleyeni susturmak için yafta üretilmiş, hakikati görünmez kılmak için sahte hikâyeler dolaşıma sokulmuş.

Ama elhamdulillah milletimiz bu oyuna gelmedi.

Halkımız PKK’nın eylemlerini hiçbir zaman Kürt kardeşlerimize mal etmedi.

Çünkü herkes biliyor: PKK bir halkın temsilcisi değil, taşeron bir örgüttür.

Kürt de Türk de, Alevi de Sünni de bilir ki bu toprakların ortak düşmanı PKK’dır; bu milletin kardeşliği sağlamdır, fitneye kapısı kapalıdır.

Bu karanlığı anlamadan terörün neden bitirilmediğini anlamak mümkün değildir.

Eğer mesele sadece dağdaki terörist olsaydı, Türkiye onları çoktan tarihe gömerdi.

Ama mesele örgüt değil; örgüt sayesinde güçlenen, palazlanan, dokunulmazlık kazanan yapıdır.

Terör biterse onlar da bitecekleri için terör bitirilmedi; bilerek ve isteyerek sürdürüldü.

Sedat Peker’in “Biz bir canavar yarattık” sözü bu düzenin özetidir.

Bu canavar tek bir kişiden ibaret değil; devletin içine çöreklenmiş, kutsal kavramların ardına saklanmış, eleştireni “hain” diye suçlayan, pisliklerini “devlet” etiketiyle pazarlayan geniş bir mekanizmadır.

Bugün hâlâ bazı isimlerin etrafında efsaneler dolaşmasının sebebi budur.

Çünkü o efsaneler çökerse karanlık çöker; karanlık çökerse hesap sorulur; hesap sorulursa gerçek failler ortaya çıkar.

Millet artık eski masalları dinlemiyor.

Millet bu oyunu görüyor.

Bu ülke sahte kahramanları değil, sahici adaleti istiyor.

Terörü değil, terörü araçsallaştıran zihniyetin çökmesini istiyor.

Gerçek kahramanlık loş odalarda değil; ahlakta, şeffaflıkta, adalette olur.

Devletin gerçek sahipleri; kokteyl masalarında “devlet kurtaran” tipler değil, bu ülkenin alın teriyle yaşayan, vicdanıyla duran, yükünü çeken temiz insanlardır.

Bugünlük bu kadar… Bakalım tozlu arşivlerin diplerinden daha neler çıkacak. Önümüzdeki günlerde ilgi çeken kupürleri, unutturulmuş satır aralarını ve kimsenin yüzleşmeye cesaret edemediği gerçekleri bir bir paylaşacağım. Ve şundan herkes emin olsun: “Kazanımlarımız kaybolmasın” diye Erdoğan’ı seçenler, onun seçilmesine omuz veren yapılar ve yıllarca bu düzeni alkışlayan ‘gizli AKP’liler’ de o arşiv sayfalarında er ya da geç karşıma çıkacak. Çünkü bu ülkenin hakikati artık gizlenemez; adaletin ışığı karanlığı mutlaka deler. Bizim meselemiz şahıslar değil; ahlaka dayalı bir siyaset ve temiz bir devlet düzenidir. Milli Görüş’ün yarım asırdır söylediği gibi: Doğru bellidir, yanlış bellidir. Yeter ki millet doğruya sahip çıkacak cesareti göstersin.

Sahte Kahramanlar, Taşeron Terör Ve 40 Yıllık Büyük Oyun 3

Sahte Kahramanlar, Taşeron Terör Ve 40 Yıllık Büyük Oyun 4

Sahte Kahramanlar, Taşeron Terör Ve 40 Yıllık Büyük Oyun 1

Sahte Kahramanlar, Taşeron Terör Ve 40 Yıllık Büyük Oyun 2