Özrümüz büyük, Fıtnat Hanım.

Biz cumhuriyet çocukları lise edebiyat öğretmenlerinin  “Osmanlı’da kadın şair yoktu” yalanına öyle kolay kanmayacaktık.

Araştıracaktık.

Daha 1700’lü yıllarda, İstanbul’un edebi hayatında söz sahibi olduğunuzu, elli yıl öncesinde dikte ettirmeli idik.

Divan şiirine zekânız ve duygusallığınızla damga vuruşunuzu, çıkıp anlatabilmeli idik.

Doğduğunuz ev bir münevver olan Şeyhülislam Mehmed Esad Efendi’nindi. Bu münevver baba ki Lehçetü’l Lûgaat isimli lûgat ile Atrabü’l-Âsâr adlı musıkîşinaslar tezkiresinin yazarı idi. Babanız sadece şeyhülislam değil aynı zamanda divan sahibi zarif bir şairdi.

Böyle münevver bir babanın kızı olarak hayata başlamıştınız. Size hocaya ne gerek; edebiyat tahsilini, şiir zevkini, köklü bir kültürü; bu ince ruhlu şeyhülislamdan almıştınız. Zaten din ulularının zarif yürekleri güzel sanatlarla meşgul olmaktan geri durmadığı için kızları onların evdeki öğrencileri olmuş ve şiir hususunda divan yazacak kadar otorite olmuşlardır.

Fakat Fıtnat Hanım; babanız çok kültürlü de, eşiniz hakkında aynı şeyi söylememekte kaynaklar. Tamam, eşiniz Derviş Mehmed Efendi; büyük bir makam sahibidir, Rumeli Kadıaskeri’dir. Fakat eski kaynaklar bu zatın hayli “safdil” ilim ve irfan bakımından da hayli “fakir” olduğunu söylemeye neden lüzum gördüler acaba. Yüksek makamlı eşinizin kültürü kıt imiş anlaşılan.

Sizinse lisana hâkimiyetiniz, ahenkli ve duygusal şiirleriniz, zekânız, hazırcevaplılığınız eşiniz ile hep bir tezat oluşturduğundan mıdır irfan meclislerine kendinizi dar atışınız.

Hele de Koca Ragıb Paşa’nın meclislerinde bulunuşunuz, halkın ağzı torba değil ki büzesin. O zamanın medyası olan bu meclislerde yaprak kıpırdasa halkın dilinde. Evinizde bulamadığınız münevver ortamı buralarda arasanız da, dillere düşmekten kurtulamayışınız. Güya Koca Ragıb Paşa ile bir gönül bağlılığı rivayetlerine gülüp geçseniz de, fıkralara kadar uzanan yakıştırmalarla, İstanbul sosyetesinde asırlarca unutulmayışınız. Her devirde anılan bu üçlü kankaya, Nihal Atsız da değinmeden duramamış ki, Çınaraltı Mecmuasındaki makalesinin ismi: “Koca Ragıb Paşa, Haşmet, Fıtnat”idi.

Kasidelerinizi, gazellerinizi, şarkılarınızı bu meclislerdeki şairlerin dizeleri ile yarıştırmaktı, asıl maksadınız. Hele bu meclislerin diğer müdavimi Şair Haşmet’in acımasız eleştirileri ile ne kadar mücadele ederdiniz. Allahtan Koca Ragıb Paşa dizeleri ile size destek verir de biraz moral bulurdunuz. Siz ki 1700’lü yılların münevver gençleri idiniz, halk uyurken sabahlara kadar bozuk bir dizeye can vermeye uğraşırdınız.

Divanınızın hayli yazma nüshaları bulunması, eserinizin devamlı yakın bir alaka uyandırdığının göstergesi idi. 1869’da bu divanın basılması, her yere ulaşmasını biraz daha kolaylaştırmıştır.

1780’de vefatınızla birlikte ebedi ikametgâhınız da, İstanbul’un sevgilisi, Eyüp Sultan Türbesi’nin arkasındaki hazirededir.

Hicaz-ı Hümayun makamında bestelenmiş gazeliniz hâlâ dillerdedir:

“Güller kızarır şerm ile ol gonca gülünce

Sünbül ham olur reşk ile kâkül bükülünce

Anka dahi olursa düşer peçe-i aşka

Sayd-ı dile şehbâz-ı nigâhın süzülünce”

Şarkı şeklindeki şiirlerinizde ise lisanınız daha sadedir:

“Beni derdinle yeter zâr etdin

Yok mu insâfın a zâlim söyle

Çeşm-i mestin gibi bîmâr etdin

Yok mu insâfın a zâlim söyle”*

Beylerbeyi ve Laleli Camilerinin tarih manzumelerini de siz yazıp İstanbul’a hediye etmiştiniz.

Ne garip.

Koca Ragıb Paşa Kütüphanesi’nin yanındaki şair Fıtnat Sokağı, gelip geçenlere 1700’lerin münevverleri arasındaki arkadaşlığı anımsatmakta, hâlâ.

Fakat bizim neslin edebiyat müfredatında şair Fıtnat’a yer yoktu, son yıllarda tarihin kapalı fildişi çekmeceleri açılmıştır, kim bilir.

Geniş bilgi için bkz.Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C.2,Ss.768–770.