Dünyanın gözü önünde bir soykırım yaşanmakta.

Erdemli insanlar, katillere karşı soylu bir direniş başlattı.

Tıpkı yakın geçmişte Mavi Marmara gemisi ile yola çıkanlar gibi dünya halklarından vicdanlı aktivistler, bu kez küresel Sumud filosunu oluşturdu.

Çünkü artık insanlar yedikleri yemeklerden utanmaktaydı.

Her gün Gazze’den açlıktan ölen çocukların fotoğrafları gelmekteydi.

Bu, bombalar altında bin parçaya bölünen mazlumların katlinden daha acı geldi insanlara.

Katiller o kadar canavardı ki açlığı, soykırım silahı olarak kullanmakta idiler.

Sumud Filosu, yanlarına tıbbi gereçler ve yiyecek maddeleri alıp yola çıktı.

Bu, o kadar tehlikeli bir yolculuktu ki.

Mavi Marmara gemisine olan kanlı baskının acıları hâlâ çok taze idi.

Katil İsrail, bir avuç yiyecek taşıyan gemiye baskın yapıp masum vatandaşlarımızı başlarından kalleşçe vurmuştu.

Daha çocuk sayılacak yaşta Furkan’ımızı ve pek çok aktivisti şehit etmişlerdi.

44 farklı ülkeden Sumud yolcuları, bu kanlı olasılığı da hesaba katarak yakınları ile helalleşip, vasiyetlerini yapıp, kefenlerini giyip ölümü göze alarak bu yolculuğa çıktılar.

İsrail için insan öldürmek kolaydı, Rachel Corrie’ yi de buldozerle parçalayıp katletmişti.

“Üzerlerinde silah vardı” yalanı ile her an alınlarından vurulabilirlerdi.

Gemileri geceleyin batırıp, masum aktivistleri denizde kurşunlayabilirdi.

Cenazeler bile bulunmayabilirdi.

Bu olasılıkları zihinlerinde taşıyarak bütün tehlikeleri göze alarak gittiler.

Ölümün hangisi olursa baş göz üstüne dediler.

Çok zor bir yolculuktu.

İsrail, dronlarla gemileri taciz etti, arızalanan, su alan kimi tekneler de can pazarı yaşandı.

Biz gidemeyenlerin çoğu, konforumuzdan ödün vermemek için katılamadık.

Arafat’ ta bir gece kalıp, toprak üzerinde yatmaya bile katlanamayıp yatak yorgan taşıyan nazenin kesim olarak onların cesaretinden utandık elbet.

Fakat dualarımız onlarla idi her daim.

Yakardık, “Rabbimiz, Gazze’ yi ve onlara yardım götüren masumları koru” diye.

Teknelerin kimi sahile yaklaştı yiyecekleri bıraktı,kimi çok az kalmışken katillerin baskınına uğradı.

Onların zulüm haneleri olan hapishanelerinde birkaç gün geçirip sonunda sağ salim vatana döndüler çok şükür.

Lakin onların bu âlicenaplığı konuşulacağına, “vay efendim kahkaha atmışlar”, “gemide kadın erkek birlikte cihat olmazmış” gibi dedikodu furyası başladı.

Aktivistlerin annesi yaşında iki üç hanımefendi filoya katılıp manevi destek oldular, “öleceksek hep birlikte ölelim” dediler.

Erkekler korkmaz mı, elbette korkar depremde, hastalıkta, kazalarda, kavgalarda; kadın- erkek, insanoğlu korkar.

Cihada çıkarken de, ümit ve korku her zaman vardır.

Ölüm korkusunu yenme de, “annelerimiz de yanımızda” deyip, genç kuşak daha fazla moral buldu.

Ne yazık ki Sumud filosuna bir anne misyonu ile katılan bu hanımefendilere en ağır hakaretler yapıldı.

Hani neredeyse modern zamanın “İfk” hadisesi anımsatıldı.

Oysa önderimiz Hz. Peygamber, sefere çıkarken eşlerini götürürlerdi.

Ya da sahabeden hanımefendileri çağırıp yaralıların tedavisi için görevlendirirlerdi.

İlk İslam hastanesinin başhekimi bir kadın.

Hendek Savaşı’nda yaralanan Sa’d b. Muaz ve diğer yaralılar için Hz. Peygamber, seyyar bir savaş hastanesi kurdurmuştu.

Bu seyyar hastanenin başında Rufeyde el-Ensâriyye isimli bir kadın bulunuyordu.

Rufeyde hem bir hemşire, hem doktor hem de hastane sorumlusu olarak yaralı ve hastalarla ilgilenmişti.

Sumud gönüllüleri de kutlu bir sefere çıktılar.

Bu bir savaş değildi silahsızlardı, katillerin canlı hedefi olan gönüllülerdi.

Allah saklasın bir saldırıda o hanımefendiler; bir anne, abla gibi yaralıları tedavi edeceklerdi.

Belki kendileri de katledileceklerdi.

Yüreklerimizi tuttuk, çok şükür böyle kötü bir sonuç gelmedi.

Sumud Seferi’ne katılan bütün kardeşlerimden Rabbim razı olsun inşallah.