İdarecinin, yöneticinin sorumluluğu gerçekten çok büyük ve

bir o kadar da vebal barındıran bir sorumluluk. Aldığınız her kararın (makam ve

mevkinin çapına göre) onlarca, yüzlerce, binlerce kişiyi etkileyeceğini hesaba

katmak zorundasınız. Bu sorumluluk, ülke yönetimi gibi çetrefilli ve ağır bir

mevkide daha da büyüyor, daha da veballi bir hale geliyor.

Aslına bakılırsa, işin ehline verilmesi prensibi de bu

sorumluluk ve vebal barındıran meselede daha sağlıklı bir netice almak için olmazsa

olmaz görünüyor. Aksi takdirde, birtakım makamları işgal edip karar vermek,

nitelikleri ve meziyetleri ne olursa olsun herkesin yapabileceği bir şey.

Mesele, sorumlu olunan insanların haklarını, hukuklarını gözeterek, herhangi

bir vebal altında girmeden ve kimseleri mağdur etmeden bir karar verebilmekte

yatıyor. Öyle olmasa, Kenar-ı Dicle de bir kurt aşırırsa bir koyunu / Adl-i

İlahi gelir sorar Ömer den onu şeklinde özetlenen Hz. Ömer adaleti bu denli

önemli olmazdı.

Bir ülkenin yönetimine talip olmanın getirdiği ağır

sorumluluklar, bu ülkenin insanlarına yapılan her iş için hesap vermeyi de

beraberinde getiriyor. Bir iş yaparken, bir karar alırken, insanları mağdur

etmemelisiniz, yanlış bir kararın veya işin vakt-i zamanı gelince, yani boynuzsuz

koyunun boynuzlu koyundan hakkını alacağı o günde muhakkak hesabının

sorulacağını unutamazsınız. Dolayısıyla, devlet idaresinde ben yaptım oldu

diye bir şey söz konusu olamaz, önünü arkasını düşünmeden hesapsız kitapsız,

anlık tepkilerle karar verilemez, herhangi bir aksiyona girişilemez.

İşi ehline vermeyince, hesapsız kitapsız işler de kaçınılmaz

oluyor. Son günlerde birkaç şehirde görülmeye başlanan ve anlaşıldığı üzere

(mazallah) devamı gelecekmiş izlenimi uyandıran tehlikeli bir gidişata göz atalım.

Suriye deki Esad zulmü ve iç savaş atmosferinden kaçan, şehirleri tarumar

edilmiş, hayatları paramparça olmuş, evsiz barksız, ocaksız kalmış insanların

mülteci olarak Türkiye ye yerleştirilmeleri, bugün giderek büyüyen bir soruna

dönüşme eğilimleri gösteriyor. Elbette ki, kaçıp gelenlere yaklaşırken aynı

ensar-muhacirin ilişkisi çerçevesinde hareket eden merhametli ve dinine bağlı

Anadolu halkı, bugün artık bazı hoşnutsuzluklar duymaya başladıysa bir yerde

bir sorun olduğu açık demektir.

Birkaç ay önce Maraş ta yaptığım gözleme göre, insanlar

Suriyelilerin gelmesinden ötürü rahatsızlık duymuyor, tersine acımayla karışık

bir merhamet hissediyorlardı. Terbiyeli, edepli, haddini bilen insanlara karşı

en ufak bir olumsuz düşünce olmadığı gibi açıkça bir beğeni seziliyordu. Ancak,

her kitlenin çürük elmaları olduğu gibi mülteciler arasındaki patavatsız,

medeniyetsiz ve mütecaviz kimselerin varlığı da bir şerh olarak düşülüyordu bu

olumlu düşüncelere.

Bir de şöyle bir gerçek var tabii. İnsanlar, savaştan kaçan

insanlara kötü gözle bakmak bir tarafa, onları din kardeşi görüp yardımcı olmak

istiyor ellerinden geldiğince. Ancak öte yandan da kendi kurulu düzenlerinin

bozulması, misal kiraların yüzde 100 e yakın artması, kiralık ev bulunamaması,

ucuz işgücü kabilinden Suriyelilerin mevcut işlere tercih edilmeleri ve

bunların yanında çürük elmaların neden olduğu sevimsiz olaylar (lokantaya

girip para vermemek, parkta oturanlardan haraç istemek, birtakım ahlaksızlıklar

vs) ister istemez halkın kafasında soru işareti oluşturuyor.

Son bir haftada Maraş başta bazı şehirlerde baş gösteren

Suriyelilere karşı protesto ve fiili saldırılar, toplumsal bir patlamanın yakın

olduğunu gösteriyor. Maraş ve Adana dan sonra Antep te de 4 kişilik bir aileye

çarpan Suriye plakalı otomobilin şoförü linç edilmek isteniyor ve gerginlik yan

mahallere sıçrıyor. Burada gelişen toplumsal hadiseyi sebep ve sonuçlarla adam

akıllı tahlil etmek idarecinin görevi midir değil midir

Ancak bizde olan şey, kendi idareci sorumluluğunu (her

zamanki gibi) es geçip de bu protestoları yapanlar nasipsiz tipler diye suçu

birilerine yıkmak oluyor. Elbette ki bu, gelişen olayların gerçek müsebbibini

aklamayacak. Yanlış ötesi Suriye politikasıyla oradaki iç savaşı derinleştirip

insanların evini barkını terk etmesinin yolunu açmak da, mülteci akınına kapı

aralayıp gerekli tedbirleri alamamak da bu toplumsal olayları doğuruyor

maalesef. Neticelerini sıhhatli düşünmeden, anlık tepkilerle, sadece bir

reaksiyon mantığıyla devlet idare etmeye kalkmak, altından kalkılamayacak

sonuçları doğuruyor. Sorumsuz idarecilerin yaptığı ise sürekli birilerine

hakaret etmek ve bir günah keçisi bulup onu suçlamak oluyor.