2024 yılı “Emekliler Yılı” ilan edilmişti. Emeklilerin, rantiye ve paradan para kazananlar hariç tüm diğer vatandaşlar gibi, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir ekonomik sıkıntıyı iyice hissettikleri ve milyonlarca emeklinin asgari ücretin bile altında bir maaşla yaşamaya zorlandıklarının tescillendiği bir yıl oldu. Normal koşullarda bir ülke siyasetini allak bullak edecek, seçim sonuçlarını bile tek başına etkileyebilecek önemde bir husus olmasına rağmen cılız tepkiler ve yapay gündem arasında konuşulmayan bir konu başlığına indirgendi. Emeklilerin bir çoğu bile bu son derece vahim ve en başta da insan onur ve haysiyetine aykırı bu durumu pek de önemsemiyor bir havadalar adeta.

En düşük emekli maaşının 16 bin 800 lira olduğu ve milyonlarca emeklinin yani “insanın” da bu cüzi tutar civarında aylık alıyor ve sene başında da bu tutarın ortalama 20-21 bin lira civarında olması bekleniyor. 22 bin 104 lira olan asgari ücretin 26-27 bin liraya yükselmesi muhtemelken, milyonlarca emeklinin aldığı aylıklar daha da komik(!) bir hal alacak. Artık büyükşehirleri geçtik, Anadolu’daki birçok şehirde bile en düşük kiraların 20 bin liralardan başladığı hesaba katıldığında, en düşük emekli aylığıyla ev kiralamak bile mümkün olmayacak. Ki, emekli denilen varlık da “insan” olduğuna ve birtakım ihtiyaçları olduğu düşünüldüğünde söz konusu rakamların akıl mantık dışılığı daha da absürd bir hali işaret ediyor.

Enflasyonu düşürme maksatlı ortaya konan ve adı konmamış bir IMF programından farksız olan “enflasyonla mücadele ve kemer sıkma programı”, enflasyonun müsebbibi vatandaşın tüketimiymiş yanlış önermesinin peşine takıldı ve 2023 seçimlerinin ardından 180 derece tornistan eden bir ekonomi yönetimine şahit olduk. Önceki uygulama ve bakış da yanlıştı, ki enflasyon yüksekken faiz indirerek enflasyonu patlattılar. Seçimlerden sonra gelen ve güya “rasyonel zemine” dönüldüğü iddiasında bulunan şimdiki ekonomi yönetimi de doğru bir yolda görünmüyor.

Enflasyonun geçen sene sonundaki yüzde 44 rakamından bu sene sonunda yüzde 32 düzeyine inmesine kimse bir “başarı hikayesi” gözüyle bakamaz. Yüzde 290’lardan yüzde 28’e inen Arjantin örneği varken, tutmayan bir “yüzde 30’un altı” hedefi için “doğru yoldayız” denemez.

Mevcut hedefteki sapmayı “zirai don” ve buna bağlı yükseldiği söylenen gıda fiyatlarına bağlamak da, en az yüksek enflasyonun tek müsebbibi olarak vatandaşın tüketim harcamalarını görmek kadar yanlış bir yaklaşımdır.

Küresel ölçekte gıda fiyatlarının yüksek seyretmesi, zirai don yaşanan yıla has değil, son birkaç yılın meselesidir çünkü. Üreticinin katlandığı maliyetleri aşağı çekecek, insanları tarımsal faaliyetlere yöneltecek politikalar ortaya konmazken, sorunu sadece “zirai don”la ilişkilendirip enflasyondaki hedef sapmasını buna bağlamak “top çevirmek”ten farksızdır.

Ekonomi politikasında gerek geçmişte gerekse de bugün görülen yanlış uygulamaların sonuçları doğrudan insanların hayatlarına etki ediyor. Meseleyi sadece birtakım istatistiki veriler, grafikler, yükselen veya alçalan trendler gibi mekanik olarak değil de biraz da insan odaklı düşünmek gerekiyor. İşsizlik verisi derken insandan bahsediliyor, borçlu sayısından, açlık ve yoksulluk sınırından bahsederken söz konusu olan insan hayatıdır.

Emekli maaşlarından, asgari ücrete yapılması düşünülen zamdan, 3,5 milyon “ev genci”nden, maaş zamlarını “gerçekleşen” değil de “hedeflenen” enflasyona göre yapma kurnazlığından vs bahsederken de söz konusu olan insanlardır. Kuru istatistiklerin öznesi de insandır.

“Aile Yılı” ilan edilen 2025 yılında doğurganlık hızının Cumhuriyet tarihinin dibini görmesi de, insanların evlenmekten çekinmemesi, evlense de çocuk sahibi olmaktan imtina etmesi de ve yakın bir gelecekte nüfusun giderek yaşlanacak olması da bir yerinden yanlış ekonomi politikalarıyla ilintilidir.

Bu politikaların başarısızlığının temelinde de, tam da kapitalist yaklaşıma uygun olarak içerisinde “insan” unsuru olmamasının payı da büyüktür.