Türkiye’ye 1940’lı yıllarda başlayan Amerikan yardımı, bilhassa motorlu taşıtlar alanında artmıştı.
Karşılıksız (hibe!) olarak askeri kamyon, cip, yedek parça veriliyordu, ülkemize.
Elin ABD'si bize neden hibe araç gereç versindi? Vardı bir bit yeniği!
Kısacası, yerli araç üretilmesine engel olmak için ABD bu yardımları yaptı!
***
Türkiye'de yerli otomobil ‘Devrim’ konusundaki ilk önerinin, Milli Görüş lideri, Refah-Yol Hükümeti Başbakanı merhum Necmettin Erbakan Hoca’mız tarafından yapıldığı, 1961 yılına ait Bakanlar Kurulu tutanaklarına da yansımıştı.
Şükrü Er (Yüksek Müh.) anlatıyor;
* “Devrim adı verilen otomobil, TCDD Eskişehir, Ankara ve Sivas demiryolu fabrikalarının iş bölümü ve iş birliği ile, projesi dâhil dört adet prototip olarak, dünya rekoru sayılabilecek dört ay gibi kısa bir zamanda, 30 civarında mühendisin ve yardımcılarının gece gündüz çalışması suretiyle imal edilmişti.”
* “29 Ekim 1961 sabahı, standartlara uygun yol tecrübelerine bile yeterli zaman bulamadan, iki Devrim otomobili, gardan TBMM’ye devlet başkanını almaya gitmişti. Cemal Gürsel’i alan Devrim'in 200 metre kadar gittikten sonra durması üzerine arkadan gelen ikinci Devrim’e binilmiş ve devlet başkanı Anıtkabir’e, oradan da Hipodroma Ankara sokaklarında halkın alkışları ve sevinç gözyaşları arasında Devrim’le gitmişti. Benzini biten Devrim, benzin ikmali yapılarak korteji takip etmişti...”
* “Olayı açıklamak üzere birçok defalar basın toplantıları yapmama rağmen, basının, ‘Yerli araba yolda kaldı’, ‘Devrim 200 metre gidebildi’ gibi sloganlarla ve karikatürlerle verdiği idam fermanının imajını silmek mümkün olmadı.”
Bu cümleler esasen Devrim Otomobili hakkındaki bir sırdır!
Gerçeğin gizlenmesi ve de konunun nasıl da çarpıtıldığının ifadesidir.
***
Erbakan Hoca'mızın Ağır Sanayi alanında attığı adımlar birtakım mahfillerce engellenmemiş olsaydı ülkemiz ne durumda olurdu acaba?

İSLAM BİRLİĞİ; NE ZAMAN?
Kerkük'te Azim İttifakı listesinden parlamentoya giren milletvekili Saddam Hüseyin el-Nuaymi...
Hem seçim sürecinde hem de sonrasında sosyal medyada tartışmaların odağında olduğu için ismini değiştirmiş.
Nuaymi, aldığı kararla ismini Muhammed Ali Hüseyin el-Nuaymi olarak değiştirmiş.
Saddam Hüseyin'in vakti zamanında halkına reva gördüğü muameleyi kabul etmek mümkün mü? Değil elbette!
Saddam Hüseyin'in yıllarca yine Müslüman bir ülke olan İran'la savaşması ve her iki ülkeden Müslümanların hayatını kaybetmesine ne diyorsunuz? Bunu benimsemek mümkün mü? Elbette hayır!
Başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin o savaşta her iki Müslüman ülkeye silah satmalarına hangi gözle bakacağız? Tamamen emperyalist bir plan!
Saddam Hüseyin derken...
Üzerinde daha çok düşünülmesi gereken bir soru daha;
Saddam Hüseyin, 30 Aralık 2006 tarihinde Kurban Bayramı'nın ilk gününde asılarak idam edildi.
İdamından çok kısa bir süre önce Amerikalılar tarafından Iraklılara teslim edilen Saddam Hüseyin'in idam cezası, Bağdat'ın kuzey mahallelerinden Kazımiye'de bulunan bir askeri üste yerel saatle sabah saat 06.00'da infaz edildi.
Peki ya Muammer Kaddafi'nin linç ettirilmesi...
Benzer örnekler çok fazla... Irak'ın işgali, Suriye'nin parçalanması, Afganistan'ın işgali, Gazze Soykırımı...
Bunlar bile bir türlü bir araya gelemeyen İslam ülkeleri için zül değil de nedir?
Bir daha bir daha soralım; İslam Birliği; ne zaman?
MİLLETE RAĞMEN MİLLET İÇİN!
Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşlarından biri olan Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın...
Birkaç yıl önce Konya’da, öğretmenler toplantısında çok ama çok önemli bir anekdotu paylaşmıştı!
Konya Milli Eğitim Müdürü de o programdaydı.
Ali Bey şunu ifade etti: “Ne zaman Milli Eğitim’le ilgili bir müfredat taslağı hazırlamaya kalksak, ABD büyükelçisi kapımıza dayanıp, ‘Aman, yapmayın!’ diye uyarıyor…”
Memur-Sen Genel Başkanı, yine Konya’da yaptığı bir açıklamada da şu cümleleri sarf etmişti;
* “ABD, Türkiye eğitim sistemiyle yakından ilgileniyor. Fulbright anlaşması, 27 Aralık 1949 tarihli Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması hakkında anlaşmadır. En önemli özelliği; Türkiye’de kazanılacak Amerikan yanlısı kadroların eğitilme biçiminin saptanması ve bu iş için gerekli giderleri karşılama yöntemlerinin belirlenmesidir. Belirlemeler aynı zamanda, Amerika’nın Türkiye’ye göndereceği uzman, araştırmacı, öğretim üyesi adı altındaki personel için de yapılmaktadır. ABD’ye, Türkiye’de “yardım” edip “iş birliği” yapacak, geleceğin “Türk” yöneticilerini yetiştirmek üzere, Amerika’ya götürülecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlilerinin konumları da bu anlaşmayla belirlenmektedir. Bu antlaşma Türk Milli Eğitimi’ne yön verecek iradeye, ABD’nin önce ortak edilmesi, daha sonra belirleyici olmasını sağlayacak koşulları yaratan bir antlaşmadır.”
* “Tek Parti Dönemi, Millete Rağmen Millet İçin anlayışında bir dönemdi. Bu dönem, eğitimin ideoloji yükü altında ezildiği, hak yerine ödevlendirmenin ön plana çıktığı, Batılı vatandaş imali hedefinin ön plana çıktığı bir dönemdir. Bu amaçla da gelenekle olan bağ radikal bir şekilde koparılmak istenmiştir. Latin alfabesine de bu bağlamda geçilmiştir. Cumhuriyet’in yeni insan ve yeni toplum projesi uygulanmıştır. Ders kitaplarında rol model olarak başı açık Batı tipi kadın resimleri tercih edilerek veya başörtülüler hizmetçi olarak gösterilerek mühendislik yapılmış ve subliminal mesajlarla bilinçaltı şekillendirilmeye çalışılmıştır."
* "Bu dönemden sonra gelen bütün dönemlerde de bu devam etmiştir. Toplumsal ve kültürel değerlerimiz yerine, Batı merkezli bir değer sentezlemesi yapılmıştır. Ders kitaplarında ve okulda totaliter bir söylem hâkimdir. Eğitim öğretmenin aracı olduğu kadar, unutturmanın da aracıdır.”
***
Bu cümleler, esasen eğitim sistemimizin “kara delikleri”nden biridir.
Türk eğitim sistemi dış etkilerden kurtulmadığı sürece sıkıntılarımızdan kurtulmamız zor.
Son dönemde eğitim sistemimiz ve ders müfredatı konusunda iyileştirmeler var elbette.
Ama bu yeterli mi?
Yaşananlar; bilhassa “ahlâk ve maneviyat” alanında daha çok iyileştirmeler yapılmasını zaruri kılmakta...
Sizce de öyle değil mi?
