Modernist muhafazakâr zihniyet bir anda kendiliğinden ortaya çıkmadı... Eskilerin en mert, en delikanlı, en gözü kara, en çalışkan adamlarını bir bir avladılar. Şeytanla iş birliği yaptılar. Sağdan yaklaştılar. Allah’a değil, kendi akıllarına güvenmelerini sağladılar. Ehliyete bakılmaksızın, hak nizamı hakkında yorum yapmayı, stratejiler üretmeyi marifetmiş gibi gösterdiler. Biz ne kaybettiysek akılsızlığımızdan, cahilliğimizden gelenekselciliğimizden kaybettik dediler. Yenilik gerekli dediler. Modern çağa ayak uydurmak elzemdir gibi harmanlama cümleler ile süslediler. Binlerce şanlı mücahit, arsız birer çakal müteahhit oldu çıktı…

Tamam buraya kadar anladık. Peki, bu yaklaşımlar, bu aldatmacalar devam etmiyor mu? Hâlâ binlerce saf mücahidi, azılı birer zalime dönüştürmüyor mu hain nefis? Tabi ki devam ediyor. Şeytanın hakkı kıyamete değin… Ferasetli olması gereken biz kullarız. Bu minvalde günümüz dava adamlarını yoldan çıkaran bazı yaklaşımları tartışacağız bu yazımızda Allah’ın izniyle…

1-Sonuç odaklı giden tüm yiğitler yolda kalır

Mevlana’ya sormuşlar, “En iyi neyi bilirsin” diye… “Haddimi” demiş… E bre gafil insanoğlu, milyarlarca insanın yaşadığı, çok daha fazlasının gömüldüğü bir kâinat…  Yüzyıllar boyunca binlerce zafer-mağlubiyet hikâyesi barındıran kâinat… Milyonlarca beyin, paşanın, şahın, padişahın tek seferde yerle yeksan olduğuna şahitlik eden kâinat… Koca koca imparatorlukların yüzlerce parçaya bölünüp, silinip gittiğine tanıklık eden kâinat… Milyarlarca yıldızı sinesinde saklayan, insan aklının alamayacağı büyüklükte akıp giden kâinat… Milyonlarca canlı türüne yuva vazifesi gören kâinat…

Hiç düşünmüyor musun? Kat’i zafer nasip olmuyorsa vardır bir sebebi… Hiç araştırmıyor musun hikmeti? Milyonlarca insanın muazzam donanımlarla attığı adımları yetersiz görerek, kendi aklına güvenmek daha kolay geliyor değil mi? Hz. Ömer kim ya… Kendi canına bile sahip çıkamamış(!) Selahaddin Eyyubi kim ya fethettiği topraklarda kalıcı nizam kuramamış(!) Fatih Sultan kim abi… Bizans’ı yıkmışta, evlat yetiştirememiş… Öldükten sonra evlatları günlerce defnetmemiş taht kavgalarından(!) Hasan El Benna su dökebilir mi mücahidimizin eline(!) Necmettin Erbakan hata etmiş ama bizim aslanımız etmez(!) Evet kardeşim, abim, hocam… He… Hiç kimse başaramamış sen başarabilirsin saadet evrenini(!)

Değil değil…

“Biz seferden sorumluyuz zaferden değil” kaidesi, Peygamber Efendimizin dedesi, Abdulmuttalib’in, “Ben develerimden sorumluyum. Kâbe’nin Rabbi Cenab-ı Hak’tır” çıkışı ile aynı kapıya çıkmaktadır. Ebedi bir zafer olsaydı… İmtihan kavramının ne manası kalırdı? Hz. Ömer şehit edilmeseydi… İmtihan kavramının ne manası kalırdı? Selahaddin Eyyubi’nin yıllarca çabalayarak fethettiği toprakları, evlatları kâfirlere kaptırmasaydı… İmtihan kavramının ne manası kalırdı? Fatih Sultan’dan sonra Osmanlı yıkılmasaydı… İmtihan kavramının ne manası kalırdı? Hasan El Benna, tüm insanların sahih Müslümanlar olmasına vesile olsaydı, Necmettin Erbakan Hoca’mız da o Müslümanlarla İslam Birliği’ni kurup, kalan tek tük kâfirin de kellesini alsaydı… İmtihan kavramının ne manası kalırdı?

Biz kendi dünyamızda kendi imtihanımızı vermekteyiz. Kendi amellerimizden hesaba çekileceğiz. Dünyanın sahibi biz miyiz ki sonucu dert edelim? Afrika’nın Asya’nın Avrupa’nın sahibi biz miyiz ki akıbetlerini merak edelim? Ülkemizin sahibi biz miyiz ki tüm insanların dünyasını kurtarmak için kendi ahiretimizden vazgeçelim? Hanemizin sahibi, evlatlarımızın sahibi biz miyiz ki; onların tercihlerini, kararlarını, amellerini düzeltmek için kendimizi heder edelim? Kendi canımızın sahibi biz miyiz ki ölümden çekinelim? Ondan geldik. Şüphesiz ki dönüşümüz onadır. Var mı ötesi?

Sonuç odaklı gitmek, hırs yaptırır. Tavizler verdirir. Harama bulaştırır. Kalpler kırdırır. Kelleler aldırır. Fitne çıkarttırır. İftiralar attırır. Bir süre sonra her yolu mübah saydırır. Her yolu mübah sayan insanların yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Öz yitirilir. Dava diye bir şey kalmaz. Tek dava enaniyet davası olur. Haklı çıkma kavgası verilir. Haklı haksız herkes helak olur. O yüzden biz üzerimize düşeni yapmakla mükellefiz. Ömrümüz boyunca hak bildiğimiz çalışmaları yaparız. Ardını arkasını dert etmeyiz. Biz sayılı nefesimizi, develerimiz sayar helal daire de güderiz. Kâbe’yi kurtarmak uğruna Mekke’yi yıkmayız.

2-Cehennemden dolayısıyla taviz vermekten korkmalı

Dünya hayatı açısından bir insanın başına gelebilecek en kötü şey nedir? Ölmek değil mi? Ölürsen her şey biter normalde… Din açısından öyle değildir. İslamiyet açısından, ölmek helal, haramlar haramdır. Hatta günün sonunda öldürüleceğini bilsen dahi haramı reddetmen ve ölmen şehadettir. O da helalin üzerinde bir mertebe verilmesi anlamına gelir. Peki din bu şekilde iken karşı cins ile el sıkışmak neden caiz kabul ediliyor? Neden basite alınıyor? Siyaseten yalan söylemek neden mecburiyet olarak normalleştiriliyor? Bir vakit namaz kaçıran bir insan hangi davadan bahsedebiliyor? Torpil neden referans diye anılabiliyor?

Faizli kredilerle ev araba almak neden bu kadar yaygınlaştı? İmamların, öğretmenlerin arsa borsa konuşmaktan daha önemli işleri kalmadı mı? Yüz lira infak ederken eli titreyen Müslümanlar, bir yemek yerken yahut bir tatile çıkarken binlerce lira harcamayı nereden öğrendi? Kız-erkek ilişkileri nasıl bu kadar laçka hale geliyor? Müslüman hanım ağırlığı, Müslüman erkek yiğitliği nerede kaldı? Düne kadar haftada bir kitabın tahlili yapan adamların hanımların evlatları, neden sosyal medya da öğrendikleri beş kelime ile hayatlarını sürdürüyorlar?

Hasılı kelam küçük gibi görünen bu tavizleri veren adamlar, zamanla koca koca tavizler verebilirler. Mesela kendi can korkularından dolayı, Gazze’de paramparça edilen çocuklarının cesetlerini izleyebilirler yıllarca…

3-Bürokrasi güçtür, kontrolsüz güç kontrolsüz sofileri bozar

Sultan sofrasına oturan âlimin fetvasına itibar edilmez. Neden? Sofra hakkı der de ilme, hükme, adalete zarar verir deyu… Günümüzde müdürlerle, valilerle, hükümet yetkilileri ile bağlantısı olmayan adamların nesli tükenmek üzere… Sevgili hükümetimiz de günlüğü 20 milyon lira masrafa tekabül eden konserler düzenleyebilecek imansızlıktadır. Dolayısıyla onlarla irtibatlı ve iltisaklı olan hiçbir adamın direk kendisine itibar edilmez… Bu yüzden bal tutanın parmağını yalama arzusu devreye girmeden, tüm Müslümanlar günümüz bürokratlarından, özellikle hükümet yetkililerinden uzaklaşmalıdır. Ha ille de yakın duranları görünce söyleyebileceğimiz tek bir veciz söz kalıyor… Katranı kaynatsan olur mu şeker? Cinsine tükürdüğüm cinsine çeker…

4-Ne için yapıyorsun?

Dava adamlarını yoldan çıkarabilecek bir diğer tehdit unsuru ise yaptıkları işlere menfi bakış açılarıdır. Bu tehlike zannedilenin aksine sadece önemli işler yapan adamlar için geçerli değildir. Toplumun tüm kesimleri için geçerlidir. Hatta basit görevlerde bulunan adamlarda daha çok görünen durumlardır maalesef. Nedir bu bakış açısı problemleri? Güç zehirlenmesidir. Kibirdir. Beğenilme arzusudur. Kınarlar korkusudur. Bunlar ve benzeri sorunların en temelinde yatan şey ise niyet bozukluğudur. Bir insan nasıl kendi niyetinden emin olabilir? Yaptığın işlerin hakkın rızasını kazanmaktan başka bir şey için olmadığına eminsen ve takdir görmediğinde üzülmüyorsan doğru yoldasın demektir. Sadece Allah için yapıyorsun demektir. Sadece Allah’ın takdirini önemsiyorsun demektir. Sadece Allah’ın takdirini önemseyen bir insan kibirli olmaz. İnsanların tavırlarını ölçü almaz. Kolay kolay yorulmaz. Sadece Allah için yaşar ve Allah için ölmeyi arzular…

Hâsılı

Ahir zamandayız canlar… Sağlam olmalı… Sağlam durmalı… Sağlam ölmeliyiz… Bir davası olan herkes dava adamıdır. Önemli olan o davayı hakkı ifa edebilmek… Ömür sonuna değin hiç eğrilmeden emaneti teslim edebilmektir. Allah yardımcımız olsun…

Dava adamlığı hakkında yorum icra ederken kendi nefsimizden değil, gerçek dava adamlarının hayatlarından dersler alarak yazıyoruz. Yoksa soyadımızın yetim olduğunun nefesimizin sayılı olduğunun idrakindeyiz Elhamdülillah… Rabbimizden tek niyazımız istikamettir, layık görürse şehadettir. Gayrısına ilgimiz alakamız yoktur. Allah’a emanet olunuz inşallah.