Bismillâhirrahmanirrahîm!

MİLLETİMİZ nice zor dönemlerden geçti. İngiltere’nin başını çektiği Batılılar Osmanlı’yı yıkmaya, İslâm’ı yok etmeye azmetmişti. Tarihî haçlı kini dinmek bilmedi. Uzun savaş yıllarının da etkisiyle bazı Osmanlı aydınları da Batı’ya özenmeye başlamıştı. Tanzimat Fermanı, bu aşağılık kompleksinin ilânıydı. Osmanlı, değerlerinden uzaklaşıyor; çöküşe doğru gidiyordu. Sultan 2. Abdülhamit Han’ın basireti çöküşü 33 sene geciktirdi. Akif, böyle çalkantılı dönemde doğdu.

İstiklâl Marşı şairimiz, milletimizin dertleriyle dertlenen büyük bir cemiyet insanı Mehmet Akif Ersoy, 1873’te İstanbul’da Fatih’in Sarıgüzel semtinde dünyaya geldi. Babası Tahir Efendi, medrese ulemasından olup, cömertlik ve istikamet sahibi oluşuyla tanınmıştı. Babası, Akif 14 yaşındayken vefat etti. Babası için söylediği şu sözleri meşhurdur: “O, benim hem babam hem de hocamdır. Ne öğrendimse kendisinden öğrendim.”

Öğrenimini sırasıyla İdadî, Mülkiye ve Veterinerlik Yüksek Okulları’nda tamamladı. Spora ilgi duydu. Çok iyi bir at binicisiydi. Çok iyi bir eğitim almıştı. İslâmî bilgileri tefsir yazabilecek boyuttaydı. Sorunların çözümünü İslâm’da arardı. İslâmî ölçülere uyma konusunda büyük titizlik gösterdi; kesinlikle taviz vermedi.

Döneminin gazetelerinden Sebil-ür Reşat ve Sırat-ı Müstakim’de yazıları yayımlandı. En büyük eseri 7 kitaptan oluşan Safahât’tır. Savaş yılları sonrası bağımsızlığımızı müjdeleyen bir “İstiklâl Marşı” yazma ihtiyacı doğdu. Akif, İstiklâl Marşı’nı Tacettin Dergâhı’nda 2 günde yazdı. 724 yarışmacı arasında birinci seçildi. (12 Mart 1921)

MANEVİYAT MİMARI

AKİF, varlık yokluk günlerini yaşadığımız en sıkıntılı günlerde milletimizin hislerine tercüman oldu. Yılgınlık içindeki gönüllere ümit ve kararlılık aşıladı. Tarih boyunca milletimizin zorluklarla nasıl mücadele ettiğini anlattı. İnancımıza sarılarak ülkemize sahip çıkmamız gerektiğini hatırlattı. O, bir ideal insanıdır. Daima düşmanlarımıza karşı tedbirli olmamızı isterdi.

Kurtuluş Savaşımızın manevi mimarı oldu. Oğlu Emin’le birlikte cepheye gitti. Asker ve milletimize cesaret verdi. Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde; Kastamonu Nasrullah Camii’nde halkı Kurtuluş Savaşı’na hazırlayan konuşmalar yaptı. Akif’in bu konuşmaları çoğaltılıp cephedeki askere de ulaştırıldı. Halkı ümitsizlikten kurtarmak için elinden geleni yaptı. İşte, bu konudaki bazı beyitleri:

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak;

Alçak bir ölüm varsa; eminim budur ancak!

Yeis öyle bir bataklıktır ki; düşersen boğulursun!

Ümmide sarıl sımsıkı; seyret ne olursun!

İş bitti… Sebatın sonu yoktur! Deme; yılma!

Ey millet-i merhume; sakın ye’se kapılma!

Bir milletin içinden çıkan duyarlı öncüleri varsa, o ülkenin yolu açıktır. Öncüler geleceği görür, tehlike gelmeden insanlara uyarı görevini yapar. Hani Malcolm X diyordu ya!: “Bütün uyuyanları uyandırmak için bir ‘uyanık’ yeter!” Kurtuluş Savaşı yıllarında bu “uyanık” insan Mehmet Akif oldu. Bugün ise görev yeni nesilde, hepimizde! “Su uyur, düşman uyumaz.” Düşman, her zaman düşmandır. Haçlı’nın gözü hâlâ topraklarımız üzerindedir. Daima “uyanık” ve “hazırlıklı” olmalıyız.

ÇANAKKALE’DEN GAZZE’YE

AKİF’İN Çanakkale Savaşları’nı tasvir eden manzumesi olmasaydı, bugünkü ölçüde Çanakkale duyarlılığı kazanamazdık. Dünyanın dört bucağından Haçlılar Gelibolu Yarımadası’na akın etmişti. Cepheye giden asker, durumun kritikliğini görüyordu. Dönmemek üzere evlerinden ayrıldılar. Savaş uzayınca haklarında, “On beşliler gidiyor / Kızların gözü yaşlı” diye türküler yakılan, 15 yaş ve üstü liselileri de askere aldılar. O sene liseler mezun vermedi. Çoğu şehadete yürüdü.

Çok sınırlı imkânlarla göğsünü düşmana siper eden Mehmetçiğin cephede karşılaştığı dehşet verici manzarayı Akif’ten dinleyelim:

“Eski Dünya, yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi… Mahşer mi, hakikat mahşer!

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ!

Hani taûna da züldür bu rezil istilâ!

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,

O ne müthiş tipidir, savrulur enkaz-ı beşer.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler!

Kahraman orduyu seyret ki, bu tehdide güler!”

27 aydır aynı manzarayı Gazze Savaşı’nda görüyoruz. Göçe zorlanan Filistinliler, “Başka ülkelerde rezil olmaktansa, kendi topraklarımızda ‘şehit’ oluruz” diyerek, bir an olsun topraklarını bırakmayı düşünmediler. Enkazda kaldılar; çetin kış soğuğunda, her tarafı parçalanmış çadırlarında yaşamayı göze aldılar; fakat asla pes etmeyi düşünmediler.

20. yüzyılın mücahitleri Çanakkale’yi savunan Mehmetçiklerdi. 21. yüzyılın mücahitleri ise Gazze’yi savunanlardır. Çanakkale kahramanlarına, Mehmet Akif’e, Filistin’in çelikleşmiş imanlı mücahitlerine selâm olsun!