Tenkit etmek ya da etmemek, tüm mesele bu… Çok basit, çok kısa, çok net bir yazı olacak inşallah. Bu yazımızda bir yandan canımızı çok sıkan, öte yandan her geçen gün daha da trajikomik bir hal alan eleştiri kültürümüzden dert yanacağız biraz… Hem çıldırmış gibi her şeyi eleştirme sapkınlığının hem de hiçbir şeyi eleştiremeyen omurgasız canlıların üzerinde duracağız Allah’ın izniyle.

Eleştirme sapkınlığı

Çok basit bir örnek ile başlamak istiyorum müsaadenizle… “72 saatte Tel Aviv’e gireriz Allah’ın izniyle” başlıklı ironik bir yazı yazdım Nisan ayında... Başlığı da tam trollerin ağzıyla attık ki, okura ters psikoloji ile sorunu anlatabilelim diye… Normalde yazı tamamen imani, itikadi zafiyetimiz ile alakalı… İbadet eksikliğimiz ile alakalı… Korkaklığımız ile alakalı… Bu kadar ahlaksız bir topluma Allah niye yardım etsin sorusunu sorarken, Allah dilerse her şeyin mümkün olabileceği mesajını vermeye çalışmışız acizane… Tel Aviv’e girme filan yok yani…

Sonra ne mi oldu? Yazının Facebook paylaşımının altına 56 yorum gelmiş. Büyük çoğunluğu linçlemiş. Nah gireriz… Bunlar ne içiyor… Yok ticari gemiler… Yok bırakın bu hamaseti yazanlar… Falan filan… Hasılı benim en çok beğendiğim yorum şu oldu. “Kimse yazıyı okumamış anlaşılan…” Allah senden razı olsun Yaşar hocam. Tanımıyorum ama son noktayı o koymuş oldu. Doğru olan tespit buydu. Hem çok üzüldüm. Hem çok güldüm bu olay karşısında…

Eleştirerek var olmaya çalışmak… Hükümeti eleştirmek… Muhalefeti eleştirmek… Ekonomiyi eleştirmek… Eğitim sistemini eleştirmek… Cami imamını eleştirmek… Zincir marketi eleştirmek… Mahalle bakkalını eleştirmek… Amiri eleştirmek… Memuru eleştirmek… Eşi eleştirmek… Evladı eleştirmek… Cümle akrabayı eleştirmek… Bozuk yolu eleştirmek… Fenerbahçe’yi eleştirmek… Dizi karakterlerini eleştirmek… Seveni eleştirmek… Sevileni eleştirmek… Havayı eleştirmek… Suyu eleştirmek… Ne kadar tehlikeli bir ruh hali… Farkında mıyız?

Faaliyet sıfır… Harekete geçme sıfır… Düzeltme çabası sıfır… Daha iyisini yapma çabası sıfır… Emeğe saygı, hak getire… Kalp kırmaktan korkma sıfır… İnsan kaybetmekten çekinme sıfır… Yalnız kalmaktan ürkme sıfır… Hayır konuşma sıfır… Susma sıfır… Kendini sorgulama sıfır… Düşünme sıfır…

Daha da kötüsü bunu yaparken çok da kıymetli sebeplerle yapmıyoruz. Sadece insanlara bir fikrimizin varlığını ispatlamaya çalışıyoruz… Beğenilme arzusu… Dikkat çekme çabaları… Eğlence… Zaman geçirme… Sürü psikolojisi… Bizim için çok bir anlam ifade etmeyen bir eleştirinin, karşıdaki kişi veya kişiler için yıkıcı etkiler oluşturabileceğini bilmiyoruz. Bilinçli olarak düşmanlık edenlere saygımız sonsuz… Ancak ayının yavrusunu severken boğması hali, çok can sıkıcı bir durum. Yahut kazın ahmaklığı…

Yıkmak kolay, yapmak zordur. Bir insanı bir günahından dolayı çok keskin bir şekilde eleştirebilirsiniz. Hakaret edebilirsiniz. Tekfir edebilirsiniz. Bu çoğu zaman iyi sonuç vermeyen bir tutumdur. Zor olan karşıdaki günahkâr olan kişi ile vakit geçirmektir. Onun derdini dinlemektir. Ona Allah’ı anlatmaktır. Ona sabretmektir. Belki aylarca… Belki yıllarca…

Gönlü viran etmek bir lahza… Sen bana yuva kurmayı anlat Münteha…

Eleştiriden çekinmek omurgasızlıktır

Her kim ki kralımızın çıplaklığı hususunu tahayyül dahi etse… Tiz kellesi vurula! Başkanımız portakal beyazdır diyorsa… Portakalın turuncu olduğunu iddia eden vatan hainidir! Fetöcüdür! Siyonist’tir diyemiyorlar. Çünkü Siyon’a onlar da değer veriyorlar… Arz-ı Mev’ud için onlar da çabalıyorlar… Garibanın evladı yere çöp atsa, hapse atılıyor. Bir bürokratın kızı yasak, kural tanımadan trafik kazası yapıyor. Kimse sesini çıkaramıyor. Siyasiler, kendilerine biat etmeyen herkesi, canlarının istediği gibi bir yerle sürüyor. İnsanların hayatlarını mahvediyorlar. Kimse korkudan çıt çıkaramıyor. Konuşanı da susturmaya çalışıyorlar. Sus başına bela alacaksın diye...

Sadece siyasiler de değil. Her alanda güçlüden, güçten çekinen omurgasız büyük bir kitle var… Örneğin, bir kamu kurumunda bir amir hakkında olumsuz bir şey düşünemezsin dahi… Neden? Çünkü işinden olursun… Aç kalırsın… Sadece devlet memurları değil. Günümüzde tüm insanlar rızık kaygısı yaşamakta… Bundan dolayı birçok kişinin gizli mottosu şudur. “Onursuz olabilirsin. Ama işsiz kalamazsın. Namussuz olabilirsin. Ama işsiz kalamazsın. Kul hakkı yiyebilirsin. Ama işsiz kalamazsın…”

Kişinin sustuğu, görmezden geldiği, normalleştirdiği yanlışlar, kişinin karakterini ya da karaktersizliğini inşa eder. Komşusuna yapılan zulme sessiz kalan, evladına yapılan zulme karşı koyamaz. Evladına zulüm yapılmasına engel olmayanın, zalim olmaktan başka seçeneği kalmaz. O da insanlara zulmetmeye başlar. Peygamber Efendimiz’in buyurduğu gibi… “Haksızlığa sessiz kalan, dilsiz şeytandır.”

Hasılı

Fütursuzca, hunharca, vahşice, sürekli eleştirmek de sorun… Dünya yansa, korkudan ses çıkaramamakta… Bunlar ve benzeri durumların tamamının en temelinde iman zafiyeti yatar.

İmanı olan kişi ahiretten, kul hakkından korkar. Kolay kolay kalp kırmaya cesaret edemez. Her önüne gelen konuyu eleştiri getiremez. Her branşta fikir beyan edemez. Haddini bilir. Hududunu bilir. Acizliğini bilir. Ölümü bilir. Hesabı bilir. Cenneti, cehennemi bilir. Üç günlük dünya için kulların, kamunun, ümmetin hakkına girmez. Ya hayır konuşur ya da susar…

Yahut doğumunun ölümünün, aldığı nefesin, attığı adımın Allah’ın kontrolünde olduğuna gerçekten iman eden bir kimse… Kavgadan korkmaz… Ötekileştirilmekten korkmaz. Yalnızlıktan korkmaz… Rızıktan korkmaz… Evlatların, hanımın istikbalinden korkmaz… Her şeyi bırakalım… Gerçekten Cenab-ı Hakk’a iman eden kişi, ölümden bile korkmaz… Ve yanlışlıkları eleştirebilir.

Eleştirinin eleştirisini yapmış olduk… Sağlık olsun… Haydi Allah’a emanet olunuz canlar.