Televizyonlardaki rezillik ve kepazeliklerin reyting operasyonlarıyla hayatımıza sokuşturulması konusunda en müsterih olan kalem erbabı inanın benim. Zira, Türk televizyonlarına hakim olan reyting sisteminin kalitesizliği beslediğini, ekranlarımızın rezillik, kepazelik ve ahlaksızlığı esas alan bir yapıda kurgulanmak için reyting raporlarının bir temel alınarak kurgulama yapıldığı, bu sistemin televizyonlarımıza doğruyu, güzeli, hakkı, hukuku, adaleti getirmeyeceği yönünde en çok yazı yazan isimlerden birisiyim.

Kuşkusuz bir yarışma programı, bir tartışma programı, bir haber programı, bir dizi veya herhangi bir yapım, ekranlara konulurken, esas olan bu yapımın izlenmesi, geniş halk kitlelerine ulaşmasıdır.

Bu temel mantıkla yola çıkan yapımcılar, ürünlerinin ekranlara geldiği günün hemen ertesinde önlerine reyting raporlarını alarak, “Hangi saatte, hangi dakikada programın daha çok izlendiğini, hangi dakikada programdan çıkış yapıldığını, hangi dakikada reyting oranlarının tavan veya taban yaptığını” enine boyuna incelerler.

Ve, televizyonların reklam veren ajanslarıyla, reklam  veren firmalarla ve büyük şirketlerle masaya otururlar. Kendilerine sunulan reyting raporlarında ellerini güçlendirecek materyaller varsa, ona göre reklamı kaç paradan alacaklarını hesaplarlar ve el sıkışırlar.

Aslında biz televizyon ekranlarında bir diziyi veya yapımı seyrederken, ürünlerini satın aldığımız bir firmanın veya markanın da gizli şekilde cebimizden, cüzdanımızdan bir şeyler tırtıkladığının farkında bile olmayız. Çünkü, o dizinin veya yapımın içinde yer alan marka veya firma, aslında “reklam bütçelerinde yaptığı oynamayla” ürünlerinin üzerine reklam fiyatlarını bindirir ve bu faturayı eninde sonunda biz öderiz.

Kuşkusuz, “Şirketlerimiz, firmalarımız bu dizilere veya yapımlara reklam vermesin, bu diziler hiç üretilmesin” demiyoruz. Ama, iri reytingli televizyon kanallarındaki yapımlarla ilgili olarak firmaların, bazı prensipleri, ilkeleri, ölçüleri, kriterleri olsun. Bu kriterler, bu ülkenin değerleri, bu ülkenin ahlak ilkeleri, bu ülkenin doğruluk, dürüstlük normlarıyla ilgili olsun. Son 35 yıldır ülkemiz insanının ahlak iklimini ve atmosferini bozmak, “iffeti değil şehveti başrole koymak” için mücadele eden dizilerin içine reklamlarının konulmasına onay veren firmalar, bu ülke insanının değerlerinin yozlaştırılmasının, bu ülke insanının ahlakının dejenere edilmesinin ve bu ülke insanının zihninin fukaralaştırılmasının temel sebebidir.

Zira, bu yapımlar doğruluğu, dürüstlüğü değil “gayri meşru hayatların içselleştirilmesini” esas almaktadır.

Bu yapımlar, insanlarımızın zihinlerinin boşaltılmasına, boş konularla ve boş işlerle doldurulmasına neden olmaktadır. Bu yapımlar, insanlarımızın algılarını, kapitalist, materyalist, hedonist ve egoist bir anlayış çerçevesinde şekillendirmeye; hiçbir değeri olmayan, hiçbir ahlak kırıntısı bulunmayan bir yapıya büründürmeye ant içmiştir.

Medya, insanları doğruya, güzele, hakka, hukuka, adalete ulaştırır. Medya, insanları bilgilendirir, sağlam ve geçici olmayan bilgi harmanlarıyla, bilgi atmosferleriyle donatır.

Her zaman ifade ettiğimiz gibi, ekranlara biçim verecek reyting sistematiğinin hem yapımcısıyla hem reklam vereniyle, hem de bu yapımları ekranlara getiren televizyonların program koordinatörleriyle ahlak ve maneviyat kolonuna yaslanacak bir şekilde dizayn edilmesi şarttır. Maalesef Türkiye’de televizyonculuk mantalitesi “Biz ne verirsek, ne ekranlara getirirsek halk onu izlemek zorundadır. Biz rezil, kepaze programlar üretsek bile bu programlar izlenmektedir, bizim anlayışımız budur” şeklinde işlemektedir. Bu mantalite dolayısıyla dizilerdeki edepsizlikler, ahlaksızlıklar çok daha üst boyutlara evrilmekte, kadın kuşaklarındaki yüz kızartan ahlaksız ilişkiler de çok daha rahat gözümüzün içine sokulmaktadır. Ekranlara nizamat vermesi gereken RTÜK ise bu süreçte, televizyonlardan üstümüze sıçrayan çamurları bizim gibi izlemekten başka bir şey yapmayınca, kelimenin tam anlamıyla bataklıklarda debelenen bir toplum haline dönüştük. Haksız mıyım?