Çağlamaya başladığın andan itibaren dünyayı kurtarmak istiyorsun. Kurtaran sen ol istiyorsun. Dünyanın hiçbir yerinde çocuklar üşümesin istiyorsun. Anneler üzülmesin istiyorsun. Babalar dağ gibi ailelerinin başına dursun istiyorsun. Kimse kimseyi aldatmasın istiyorsun. Adalet çok hızlı bir şekilde tecelli etsin istiyorsun. Hırsızların elleri, müfterilerin dilleri kesilsin istiyorsun. Bugün bir mazlum öldüğünde, ertesi sabah darağacında bir zalim sallandırıldığını görmek istiyorsun. Ama atladığın bir şey var.

Tarih dizileri dâhil, izlediğin tüm dizilerin sonunun her zaman mutlu son ile bitmesini istiyorsun. Maç izlerken her zaman yenilen takımların galip gelmesini istiyorsun. Üniversite eylemlerinin sonun karakolda bitmemesini istiyorsun. Ya da memurken bile eleştiriden çekinmemek istiyorsun. Gökyüzü her zaman açık mavi olsun istiyorsun. Ekonomik sorunlar olmasın istiyorsun. Küresel bozulmalar olmasın istiyorsun. Savaşlar çıkmasın istiyorsun. İnsanlar ölmesin istiyorsun. Ama atladığın bir şey var.

Suya doymak ama boğulmamak istiyorsun. Okyanusun dahi derinliklerinde gezmek ama yorulmamak istiyorsun. Dağların zirvelerinden, kuşlarla tokalaşmak hatta belki hakka ulaşmak istiyorsun. Rengarenk mendillerin olsun ama hiç kirlenmesin istiyorsun. Yanında sürekli şeker bulundurmak ve sürekli çocuklara ikram edebilmek istiyorsun. Dünyanın en büyük dertleri karşısında tebessüm etmek, tüm dertlere rağmen yılmamak, yıkılmamak istiyorsun. Ölümden korkmamak ama ölmeyecekmiş gibi yaşamak istiyorsun. Ama atladığın bir şey var.

Birileri Kabil’e engel olsun, Habil’ler galip gelsin istiyorsun. Tüm gemiler Nuh samimiyetinde üretilsin istiyorsun. Nil yarılsın, Firavun’lar iman etsin istiyorsun. Nemrut’ları yok eden sinekler, diğer tüm sinekleri eğitsin istiyorsun. Adı İsmail olan herkes, Allah için kör bıçağın önüne yatsın istiyorsun. Her zindana bir Yusuf, her anne babaya bir Yahya istiyorsun. Eyüp sabrında ademler, İsa gibi ölü diriltsin istiyorsun. Ebabiller ring aracı vazifesi görsün, Ebrehe’ler çoğaldıkça şeytan taşlasın istiyorsun. Her yoz çağın sonuna şems gibi doğacak bir Muhammed Mustafa istiyorsun. Ama atladığın bir şey var.

Türkiye başı çeksin… Sapkın İsrail haritadan silinsin… Gazze ve tüm Filistin özgürlüğüne kavuşsun istiyorsun. Netanyahu, can vatanımızın en büyük meydanında sallandırılsın… İdamı; Yahya Sinvar, İsmail Heniye, Muhammed Dayf, Ebu Ubeyde protokolden seyretsin… Aslında ölmemiş olsunlar istiyorsun... Belki de tüm bu olanları ve ölenleri bir rüya kabul edip, ataputun Filistin’i İngilizlere sattığı 1917 yılına dönmek istiyorsun. Ama atladığın bir şey var…

Atlanılan şey

Dünyanın bir imtihan yurdu olduğunun ve imtihan mantalitesinin Nemrut’ların ve İbrahim’lerin temel güvencesi olduğunun farkında değiliz. Çünkü ilim-idrak-aşk bakiyemiz yetersiz. Eğer imtihan olgusu, insanın doğruyu veya yanlışı seçme özgürlüğünü teminat altına almasaydı, adalet olmazdı. İradenin manası kalmazdı. İrade hür olacak ki birileri Nemrut’un, birileri Hz. İbrahim’in yolunu tercih edecek. İşte bu yüzden, Allah muhakkak ki her şeyin en doğrusunu hakkıyla bilendir…

Dünyanın gelip geçici, ahiret yurdunun ebedi olduğunun ve dünyada hiçbir “şeyin” ebedi süremeyeceğinin farkında değiliz. Çünkü ilim-idrak-aşk bakiyemiz yetersiz. İyilik de ebedi değildir. Kötülük de… Uhud’da baki kalmadı, Hayber’de… Haçlı zalimleri de baki kalmadı Selahaddin Eyyubi de… İmparator Konstantin’de baki kalmadı, Fatih’in fethettiği İslambol da… Netanyahu kâfirinin zulmü de, Millî Görüş teşkilatları da baki değildir. Ezeli ve ebedi olan tek şey Cenab-ı Hak’tır.

Ölüm gerçeğinin, en az doğum kadar gerçek olduğunun ve kaçınılmaz olduğunun farkında değiliz. Çünkü ilim-idrak-aşk bakiyemiz yetersiz. Doğduğunuz günü hatırlayın ve bir gün öncesini hatırlamaya çalışın… Hatırlayamıyorsanız; ki hatırlayamayacaksınız… Doğumunuzun sizin elinizde olmadığı bir hayatta, ölümü neden bu kadar kafaya takarız ki? Teslim olalım Cenab-ı Hakk’a… Huzur bulalım inşallah.

Salih-saliha bir Müslüman olmadığımız için ölümden çekindiğimizin, asıl Müslümanların ölmeye hatta şehit olmaya yer aradıklarının farkında değiliz. Çünkü ilim-idrak-aşk bakiyemiz yetersiz. Çok yaşamak beladan başka hiçbir şey değildir mümin kullar için… Allah’a gönülden inananlar, onun rızası için yaşamayı ve onun rızası için ölmeyi ümit eder. Şehadet kelimesini duyunca kalpleri titrer. Gözleri yaşarır. Yumrukları sıkılır. Yürekleri sığmaz kafesine…

Hasılı

İlim-idrak-aşk sineyi sarmadan tüm bakiyeler yetersiz kalır. Ne kâinatı anlayabiliriz… Ne hakikati… Ne de kendimizi… Hakiki ilim, teslimiyet ile başlar. Ömür boyu öğrenme ve öğretme ekseninde aralıksız devam eder. İdrak, öğrenme sırasında gerçekleşen, can yanması, kalp ritmi değişikliği halidir. Yavaşlarsın. Özgüvenini kaybedersin. Tedirginlik ve kaygı hali başlar. Acziyetinin farkına vardığın ve kaygılarının had safhaya ulaştığı anda idrak pik yapar. Bu noktada Allah’ı bulan teslim olur. Âşık olur. Bulamayan şeytan olur. Helak olur. Âşık olan, Rabbin varlığında yok olur. Yok oldukça kalbi mutmain olur. Huzur bulur. Her şartta ve koşulda… Allah’a emanet olunuz canlar…