Şiddet kelimesini, sıfat değil, isim olarak

aldığımızda, Batı dillerinde, özellikle Fransızcada kullanılan terreur, yani

terör ü karşılayacak şekilde düşünebiliriz. Terreur kelimesinin karşılığı

olarak epouvante ve frayeur kelimeleri verilmektedir (Larousse de poche).

Epouvante ani korku, ürkme, haşyet, dehşet; frayeur ise, büyük korku,

yılgınlık ve haşyet anlamlarına gelmektedir (İsmail Hami Danişmend:

Faransızca-Türkçe Resimli Büyük Dil Kılavuzu, Kanaat Kitabevi,

İstanbul/Tarihsiz).

Elbette günümüzde verilen, daha doğrusu algılama ve

algılatma temelinde anlamlaştırılan terör kelimesinin şiddet kelimesiyle

karşılanması, oluşturulan algı çeperinde fazla bir yer tutması

beklenmeyecektir. Özellikle de Batı düşünce ve siyaset literatüründe, Fransız

Devrimi sürecinde, Robespiere, Danton, Marat gibi kişilerin rol oynadığı dönem

terör nitelemesine konu olacak ve adeta kazınmaz bir olgu olarak bilinçaltına

yerleşecektir. Bir bakıma tarihi hafıza işlevine bürünecektir. Dolayısıyla

terör kelimesi bu arka plan hesaba katılmadan tam olarak anlaşılamaz,

çağrışımı da yüzeysel anlamalardan kurtulamaz.

Öte yandan terör kelimesi, uluslararası ilişkilerde ve

hukukunda, salt maddi eyleme bağlı bir suç tanımı çerçevesinde ortaya konulmuş

görünse de, bunun saf hukuk mantığından kaynaklanmadığı açıktır. Kuşkusuz

uluslararası bildirilerde ve farklılık gösterse de çoğunlukla iç hukuklarda

düzenleme konusu yapılmış bulunsa da, evrensel hukuk, özellikle ceza hukuku

bakımından üzerinde mutabakata varılmış bir kural olduğu söylenemez. En azından

tartışılma gereğinin ağır bastığı ortadadır. Burada şiddet mahiyetinde ortaya

çıkan, şiddet içeren ve şiddet niteliği belirgin olan eylem ve olayların

geçerli olabileceği şeklinde bir gerekçenin ihtimal kabilinde olabileceğini

kesinlikle hesaba katmak söz konusu değildir.

Terör olarak tanımlanan olgu, esasta hukuki, ahlaki,

hatta dini bakımdan eylem(fiil) olarak tezahür eden insani bir etkinliktir.

Eylemin dayandığı saik dini olabileceği gibi, ahlaki ya da hukuki, iktisadi, hatta

kültürel mahiyette ya da nitelikte olabilir. Dayanılan saik eylemi doğrudan

tanımlamada değil, anlaşılmasını sağlama bakımından nitelendirmede

kullanılırsa, yöntem ve mantık gereği doğru yolda olunduğu söylenebilir.

Eylemin doğru tanımlanması ve nitelendirilmesi yapılmadığı takdirde, eylemi

yapanın sorumluluğu ve yükümlülüğü konusunda doğru bir tesbitte bulunma imkânı

ortadan kaldırılmasa bile, ciddi tarzda karartılması mümkün hale gelebilir.

Gerçekten bir kimse ahlaki veya iktisadi, ahlaki ya da dini bir saikle eylemde

bulunabilir ve bu eylem hukuk tarafından yasaklanmış ya da suç olarak

tanımlanmış bir fiil olabilir. O kişinin eylemini değil, dayandığı saiki suç

kapsamına sokmak, en azından ceza hukukunun evrensel ilkesi olan suç ve

cezanın şahsiliği ilkesine uygun düşmez. Bu basit gerçeği bir tarafa bırakarak

herhangi bir eylemi terör olarak tanımlarken, eylemde bulunanın iddia ettiği

kişiliğini ve dayandığını söylediği saikin kaynağını terör olarak

adlandırmak, konunun saptırılması anlamına gelir. Böyle bir terör

adlandırmasının karşısında ya da yanında olmak gibi bir zorunluluğa insanın

mahkum edilmesi, herhalde kabul edilir bir durum sayılamaz.

Terör olarak adlandırılan eylemlerin mağdurlarına karşı

gösterilmesi gereken insani(ahlaki, dini, hukuki) tavır ve tepki, insanın

kişiliğinin bir tezahürü kapsamında değerlendirilebilir, değerlendirilmelidir

de. Her şeyden önce, maddi ya da manevi her türden şiddete karşı tavır almak ve

tepki göstermek, insan olabilmemizin bir göstergesi ve ölçütüdür. Bir Müslüman

kişiliğin bunlardan müstağni olduğu, olacağı, Müslüman kişiliğin gerçek

tanımında zaten içkindir. Ötesini söylemeyeceğim!