Önceki yazıda işaret edilen sorunun temelde erdem, yani etik veya ahlâk felsefesi bağlamında insan ve toplum, dolayısıyla devlet üzerine bir yaklaşım ortaya konuluyordu. “Ne demek istiyorsun?” sorusunu Sokrates cevaplandırmaya çalışacaktır, ama yeni sorular kaçınılmaz olarak birbiri ardına sıralanacaktır. Bakalım nasıl bir yol izlenmektedir.

“-Yukarıda durakalmasınlar, mağaradaki mahpuslar arasına dönsünler, onların işlerini üzerlerine alıp, verecekleri mevkileri, şerefleri küçümsemesinler.”

Burada kastedilenler erdemli olanlar, bir başka deyişle, Platon’un ideal devletin başında bulunması gerektiğini önerdiği “filozoflar”dır. Ne var ki, buna karşı şu uyarıda bulunulacaktır:

“-Ama bunu yapmakla, haklarını çiğnemiş, onları düşkün bir hayat sürmeye zorlamış, daha mutlu bir durumdan ayırmış olmaz mıyız?

-Unutuyorsun ki, dostum, kanunların kaygısı birtakım yurttaşlara ötekilerden üstün bir mutluluk sağlamak değil, yurttaşları ya inandırarak, ya zorlayarak birleştirmek, her birine toplum içinde görebileceği iş payını aldırmak, böylece bütün toplumu birden mutluluğa götürmektir. Devlet seçkin yurttaşlar yetiştirmeye uğraşıyorsa, bu onların keyiflerince yaşayıp, dilediklerini yapmaları için değil, devlet düzenini sağlamlaştırmaya yardım etmeleri içindir.

-Doğru, bunu unutmuştum.

-Şunu da unutma ki, Glaukon, biz de kendi yetiştirdiğimiz filozoflara karşı haksız davranmayacağız; durumlarını değiştirip, başkalarına bekçilik etmelerini isterken, haklı sebepler göstereceğiz onlara. Şöyle diyeceğiz: Öteki devletlerle filozofluğa yükselen kişilerin politika gürültülerine karışmamaları anlaşılır; çünkü onlar devletlerinin isteğine aykırı olarak kendi kendilerini yetiştirmişlerdir. İnsan kendi kendini yetiştirip de ekmeğini kimseye borçlu olmadı mı, hiç kimseye de hesap vermek zorunda değildir. Ama biz sizi kendi yararınız için olduğu kadar, devletin de yararı için, arı kovanlarındaki beyler gibi olmanız için, yetiştirdik. Size öteki filozoflardan daha geniş, daha olgun bir eğitim verdik. Sizi, felsefeyi devlet işleriyle uzlaştırabilecek bir hale getirdik. Siz de sırası gelince, başkalarının oturduğu yere inmek, karanlık köşelere gözlerinizi alıştırmak zorundasınız. Karanlığa alışınca, siz onlardan bin defa daha iyi göreceksiniz. Çünkü güzelin, doğrunun, iyinin gerçek örneklerini görmüş olduğunuz için, karşınıza çıkan her yansının aslını bileceksiniz! Böylece bizim devlet düzenimiz sizin için de, bizim için de gerçek bir varlık olacak; bugünkü devletlerin çoğuna olduğu gibi, bir rüya değil. Bu devletlerin başındakiler, gölgeler üstüne birbirleriyle cenkleşmede, sanki başa geçmek büyük bir nimetmiş gibi, kim başa geçecek diye birbirlerini yemektedirler. Doğru olansa şudur: Bir devlette başa geçenler, başa geçmeyi en az isteyenler oldu mu, dirliğin de, düzenin de en iyisi olarak var demektir. Baştakilerin böyle olmadığı yerdeyse, tam tersine, ne dirlik vardır, ne düzen.” (Platon, Devlet, 7. Kitap, 520 bcd, s. 204)

NOT: Muhterem Abdülkadir Özkan’ın emanetini asıl sahibine teslim ettiği haberi, hem Ankara günlerini hatırlattı, hem de derin bir üzüntüye götürdü beni. Kendisine rahmet, ailesine, dostlarına başsağlığı diliyorum.