Bismillahirrahmanirrahim
Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah’a hamt, Peygamberimize, âline ve sahabelerine salât ve selam ederiz.
İslam itikadında temel kurallardan birisi de “kul fiilinin kasibi, yani yapıp edeni, Allah da yaratanıdır” esasıdır. Bir kimsenin niyeti, Allah’ın rızasını kazanmak ise, işi de buna uygun olduğunda, Allah ona, bu hayırlı işleri yaratır. Bir kimsenin niyeti, Allah’ın gazabına müstahak olmak ise, işi de buna uygun olduğunda, Allah ona bu şer işleri yaratır. Çünkü insan imtihandadır. İradeli işlerde kul, neyi talep ederse, Allah, kulun talep ettiği şeyleri yaratır. Bir fert ve toplum, ne için çalışıyorsa, Allah ona, çalıştığı şeyin neticesini verir. Hayır için çalışana hayrı, şer için çalışana şerri verir. Burada din ile dindar, İslam ile Müslüman arasında bulunması gereken sağlam bağlılığa dikkat etmek gerekir. Dindar diye tanımlanan kimseler dinden, Müslüman diye adlandırılan kimseler İslam’dan uzaklaşmışsa, burada din ve İslam’ı suçlamak yerine, sözde dindar ve Müslüman olan kimselerin ayıplanması gerekir. Bunlar dinin ve İslam’ın emrettiği çalışma ve maddi ve manevi kalkınma esaslarından uzaklaştığı için geri kalmışlar ve Siyonizm’in kölesi olmuşlardır.
BİR ÖRNEK
Bu geri kalmışlığı, günlük hayattan bir örnekle izah edebiliriz. Yemek, tabiatı itibarıyla insanın yaşaması için temel ihtiyaçlardandır. İnsan yemek yediğinde bedeni biyolojik ihtiyaçlarını karşılamış olur, açlığın meydana getireceği güçsüzlük ve rahatsızlık durumunu bedeninden def eder. Kişinin elinde sağlık ve temizlik bakımından helal bir yiyecek bulunmakla birlikte kişi bu yiyeceği yemezse yahut yemiş olsa bile bedeninin ihtiyaç duyduğu miktardan çok ya da az miktarda yerse o yemek kişiyi huzurlu etmez, tam tersine sağlığını bozabilir. Bu durum, yemekten değil helal yemeğe sahip olduğu halde onu yemeyen veya uygun bir şekilde yemeyen kişiden kaynaklanmaktadır. İlaç, tabiatı itibarıyla hastalığı gidermek içindir. Bununla birlikte bir hasta, ilacı doktorun tavsiye ettiği şekilde kullanmayıp kendi kafasına göre kullanırsa yahut ilaç elinde bulunduğu halde kullanmazsa şifa bulamaz. Hatta belki uygun ve zamanında alınmayan ilaçlar, bu kişide başka hastalıkların oluşmasına yol açabilir. Bu durum ilaçtan değil, o ilacı uygun şekilde kullanmayan hastadan kaynaklanmaktadır. Rabbimizin bir rahmet olarak gönderdiği tek hak din ve düzen olan İslam da, tıpkı gıda ve ilaca benzer. Müslümanlar bu gıda ve ilacı ellerinde bulundurduğu, çoğu Müslüman söz konusu gıda ve ilacı uygun zaman ve dozda, belirtilen şekilde kullanmadığından ya karnı doymamakta, şifa bulmamakta yahut da kendi yanlış kullanımı sebebiyle yeni hastalıklara yol açmaktadır.
İslam dini doğru anlaşıldığı takdirde, bu anlayış Müslümanları bilim ve teknoloji başta olmak üzere dünyevi konularda da üstün bir noktaya ulaşmaları konusunda itici bir güç olur. Rabbimiz, Müslümanların dünya üzerinde söz sahibi olmaları gerektiğini, bunun için de düşmanlarına karşı zamanın caydırıcı gücüne sahip olmaları gerektiğini belirterek şöyle buyurur. Enfal 60: “Düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvetler, güçlü ordular ve atlı birlikler, hareket kabiliyeti yüksek birimler hazırlayın. Onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz Allah’ın bildiği düşmanları dehşete düşürür, korkutursunuz. Allah yolunda İslam uğrunda karşılık beklemeden, değerli mallarınızdan gönüllü olarak ne harcarsanız size eksiksiz ödenir. Siz asla haksızlığa uğratılmayacaksınız.” Bu ayete göre bir ülkenin düşmanları karşında üstün hale gelmesi, harp sanayisi, teknolojik üstünlük ve kalkınmışlıkla mümkündür. Üreten bir ülke, üretmeyen bir ülkeye karşı her zaman üstün olur.
MÜSLÜMAN BİR ÜLKE
Müslüman bir ülke veya toplum, yukarıda meali verilen ayetin ortaya koyduğu mesajı doğru anladığı takdirde zamanın gücü ne ise o güce sahip olmak için gayret göstermeleri gerektiğini bilirler. Ancak bu ayetin verdiği mesaj idrak edilmez de yanlış bir tevekkül anlayışından hareketle tedbir almayı terk ederlerse o zaman düşman karşısında zayıf konuma düşerler. Günümüzde İslam dünyasında Müslümanların büyük çoğunluğu Milli Görüş yerine iş birlikçilik zihniyetine sahip olduğu için yeni bir saadet dünyası kurmak için üzerlerine düşen vazifeleri ihmal etmişlerdir. Böyle olunca da dünyevi konularda bütün gücüyle çalışan Siyonistler ve haçlı Batı, üstün bir konuma ulaşmışlar, Müslümanlar üzerinde hâkimiyet kurmuşlardır.
Erbakan Hoca’mız bu konuyu şöyle izah eder: “Peki, neden şu an Siyonistler hâkim, biz mahkûmuz? 1-Siyonistlerin batıl da olsa, kendi davalarına inancı bizden fazla olduğu için.
2-Onların şeytani gayeleri uğrundaki gayreti ve cihadı, bizden üstün olduğu için.” Allah çalışana veriyor.
BÖLÜNMÜŞLÜK
Günümüzde Müslümanlar, tekbir ümmet olmaktan çok uzaktır. İslam Birliği diye bir çalışma, adı İslam ülkesi olan hiçbir ülkenin gündeminde yoktur. Erbakan Hoca’mız İslam ülkelerini uyandırmak için yoğun bir çalışma yürütmüştür. Bunun için önüne üç aşamalı bir hedef koymuştur. “Yaşanabilir Bir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye, Yeni Bir Dünya” Bu hedefler, sıradan hedefler de değildir. Arslan düştüğü yerden ayağa kalkar. Bunun için Türkiye’nin yaşanır bir ülke, yeniden büyük Türkiye olması için Erbakan Hoca’mız, bunu Yeni Bir Saadet Dünyası’nın kurulması için gerekli görmüştür. Bölünmüşlüğün ortadan kalkması için D-8, D-60, D-160 fikrini ortaya koymuş ve ilk adım olarak D-8’in kuruluşunu sağlamıştır. Yeniden Büyük Türkiye için; Ağır Sanayii: Fabrikalar, yollar, hava alanları, demir yolları, harp sanayisi, tarım ve hayvancılık, madenler, muhtaç olmayan, muhtaçların derdine çare olan bir Türkiye hamlelerine öncülük etmiştir. Erbakan Hoca’mız bu çalışmaları Allah’ın Müslüman kullarına kesin bir emri olarak görmüştür. Selam hidayete tabi olanlara…