Daha önce bu sütunda “Manda devlet” başlığı altında dört yazı yayımlanmıştı. Batı emperyalizminin hukuki görünüm altında sömürünün belli bir düzeneğe (mekanizma) dayandırılması “manda” kavramında ifadesini bulmuştu. Bu çerçevede Ürdün, Suriye ve Irak “manda” statüsünden kendi kendini yönetebilir düzeye geldiği gerekçesiyle çıkartılmıştı. Aynı durumda olan “ Filistin Devleti” konusu, İsrail Devleti’nin kurulması kargaşasında belirsizliğe bırakılmıştı. (1947) Söz konusu yazıların sonuncusunda şöyle yazılmaktaydı:

“Olgu, olay ve sorunun/sorunların mahiyet ve niteliklerini içeren uygun kavramlar kullanılmadığı takdirde, ileri sürülen veya ortaya konulan düşünceler, görüşler ne kadar doğru olsalar da, tam açıklayıcı olamayabilir. Oysa doğru ve uygun kavramlar, ileri sürülen düşünce ve görüşler istenilen düzeyde olmasa, birtakım eksiklikler taşısa bile, önünde sonunda kendi yatağını bulur. Dolayısıyla olayın, olgunun ve sorunun mahiyetini ve niteliğini doğru bir şekilde ortaya koyma imkânı verdiği için çözümünü de gösterebilir, sonuca ulaşmayı sağlayabilir.

Batılı emperyalist politikaların uygulanma sürecinde, yer ve dönemler itibarıyla, asıl sorunları perdeleyici kavramlar üretmeyi daima göz önünde tutmuştur. Elbette bu kavramlar, kendi bağlamları içinde sahip oldukları anlam ve nitelikleri belli ölçüde çağrıştırıcı etkiler doğursa da, emperyalist politikaların uygulanmasını sağlamaktan öteye bir sonuç doğurmamıştır.”

Yirminci yüzyılın ortalarından sonra söz konusu adlandırmadan vazgeçilerek, oluşturulmasına ve etkileme gücüne sahip olunan dünya kamuoyunu, birtakım evrensel nitelikteki kavramlar, ilkeler ve görüşlerle yönlendirmeye ağırlık verilen bir süreç başlatılmıştı. Özellikle II. Dünya Savaşı’nın doğurduğu ortamda bu kavramlar, ilkeler ve görüşler nispeten olumlu bir algının yaygınlaşmasını sağlamıştı. Buna uygun olarak sömürü düzeneğinin varlığı belli ölçüde dikkat ve duyarlıklardan gizlenmiş olmakla birlikte, yeni yöntemlerin uygulanmasına da ortam hazırlayıcı bir nitelik kazanmıştı. Sözgelimi otoriter, zorba rejimler olarak tanımlananlara karşı, o ülkelerde ve toplumlarda halk ayaklanmaları, belli meslekler temelinde kalkışmalar, isyanlar, inançlar bağlamında çatışmalar, ideolojik görünümlü devrimler vb. daima oluşturulmuş, desteklenmiş, teşvik edilmiş ya da yok edilmek üzere kışkırtılmıştır.

Buna karşılık fayda sağlayanlar, çıkar devşirenler, sömürü yapanlar, kendi aralarında bazen çatışır gibi gözükseler de, en sonunda düzeneğin gereğine, ilkelerine, kurallarına bağlı kalmayı sürdürmüşlerdir. Ancak zaman içinde, birkaçı, sonunda biri, Roma İmparatorluğu’ndan tevarüs edilen “prima enter pares”, yani “eşitler arasında birinci” kuralınca öne çıkmıştır.

Gelişmeler ve değişimler sürecinde görülen, hiçbir insani ölçüyü, değeri, ilkeyi, kuralı tanımayan ABD, emperyalizmin salt temsilcisi konumuna yerleşmiş görünmektedir. Onun ruh ve zihin yapısı, sahip olduğunu, inandığını ve temsil ettiğini ileri sürdüğü herhangi bir inanca, değere, ilkeye, kurala bağlı kalmaya, öncelemeye imkân verecek bir nitelik göstermemektedir. O anın, zamanın, şartların ve mekânın uygun olup olmadığı tek ölçüdür ve bunun dışında hiçbir şeyin varlığı bile söz konusu edilemez.

Sadece, başta Müslüman ülkeler ve halkları, değil, kendi ülkesi ve halkı da olmak üzere bütün dünya ve insanlık bu hoyrat, değerden yoksun, vahşi yaratığın hedefindedir. Somut örneğini Filistin’de, Gazze’de göstermektedir. İsrail ve yönetimi kuklasıdır, çünkü varlıkları kukla olmakla sınırlıdır.