Kendisini FETÖ’nün medyadaki vitrin süsü olarak anlatan ve başında bulunduğu gazetenin tahribatlarından habersizliğine iktidar cephesini inandıran ve bir tv kanalında “Akıl”cı bir programın baş konuğu sıfatıyla mesajlarını pusudaki kulaklara ulaştıran kişinin, tarihe kaydettirdiği “Dalga geçme” cesaretini konu ederek girmek istiyoruz yazımıza.

Vergilerimizin TRT’sinde Abdulhamit Han’ı anlatan bir dizi varmış. Varmış diyorum, hiç bir bölümünü seyretmediğim için...

En son bölümdeki “Hamit’ime söyle” sahnesi, tarihten, coğrafyadan ve Osmanlı’dan biraz haberdar olan milletimizin bazılarının tepkisini çekmiş.

İşte bu tepkiyi pasifize ettirmek isteyen yapımcı ve reklamcı firma rica etmiş olacak ki, Beyaz tv’nin “Ortak Akıl” ikilisi, bir dalga geçme diyaloğuna giriverdiler.

Sunucu diyor ki: Halkımız gözyaşları ile izlemiş. (Bu gözyaşı mevzuunu diğer yazımızdaki gözyaşı durumuyla karıştırmayın.)

Doğru olabilir mi? Olabilir...

Eğer o diziyi seyrederken insanlarımızın gözlerinden yaş gelmişse, bunun manası şudur: Resmi kanal TRT’miz ne hallere düşmüş. Otuzüç sene padişahlık yapmış bir Abdulhamid’i anlatacak bilgiden mahrum olan okumamış çocuklarımız, sosyal medyada bir başka padişah adıyla dolaşıp duran ve baştan aşağı yanlışlarla dolu bir rivayetten medet ummuşlar... Vah ki ne vah!

Okumamış çocuklar, okumuyorlar. Okumadıkları için bilmiyorlar. Bir padişahın para keseleri üstünde oturmadığını, her rüya gördüm diyenin karşısına gelemeyeceğini, gözleri fıldır fıldır birinin, padişahtan tahsilata gidemeyeceğini ve bu ucuz söylentide Peygamber Efendimizin adının kullanılamayacağını bilmiyorlar.

Ben diyor akıl veren tashihçi kişi, hep seyrederim ve twit atarım. Yani kendini örnek alınacak biri olarak gösteriyor veya pusudakilerin ne zaman takipte olacaklarını bildiriyor.

Anlatılan rüya, tüm padişahlara uygulanabilir olduğundan diziciler elimizde Abdulhamit Han varken, uyduralım gitsin demişler ve milleti göz yaşına boğmuşlar.

Bu savunma cümlelerindeki Osmanlı padişahlarına yapılan hakareti, aşağılamayı, ekonomi bilmediklerini, bir düzen ve disiplinli hayat yaşamadıklarını şuur altlarına çakan kelimeleri duyanlar sanıyoruz gözyaşlarını tutamamışlardır geçtiğimiz Pazar günü eğer o tv kanalı açıksa evlerinde.

Böyle bir rüya ancak padişahlara uygulanır cümlesini birkaç kere kullanan ve eskiden FETÖ’nün medyadaki temsilcisi olan o kişinin maksadının, adı son günlerde ısrarla dillendirilen eski cumhurbaşkanını akıllara düşürmek olduğunu anlamak zor değildi. Zira sırıtması dahi yol gösteriyordu.

Bir gün FETÖ’cüler kazandıklarını arşivlerden çıkarıp bir övünç sergisi açarlarsa, ki inşaallah öyle bir fırsatları olmaz dualarımız vardır, bu tv programını da en başta gösterirler. Tarihleriyle nasıl da dalga geçmiştik ama diyerek...

Bizim bu tür uydurma padişah senaryolarından rahatsızlığımız yeni değil. 25 Şubat 2017 tarihli sayfamızda “Ev sahibi Yavuz’u bastıran Yavuzlar” başlığı altında işlemiştik aynı konuyu. Tekrar koyuyoruz.

Bu itirazlarımızın üstünden iki yıl geçiyor ve iktidarın okumamış ve okumayı hiç beceremeyen medyacıları, senaryocuları, dizicileri, TRT’den maaşlıları ve vesaire insanları milletimizi göz yaşına boğduk iddiasıyla kabartıyorlar hesap cüzdanlarını...

Hesapsızlıkları erdemleri olmuş!

Ev sahibi Yavuz’u bastıran yavuzlar

Bir tarihci dostuma sorduğumda, “Ben Harem-i Şerif’in maliki değil, hadimiyim” diyen Yavuz Sultan Selim’in Hazreti Resul-ü Ekrem’e olan aşkını yansıtan bir menkıbe olduğu düşünülmelidir, demişti.

Sosyal medyada paylaşılan menkıbe türü bir rivayet konumuz. Çok fakir bir adam borçlarını ödeyemeyince zora düşmüş ve soluğu Selim Han’ın yanında almış. İstediği bir kese altın. Padişah, neden diye sorduğunda, zenginken fakir olduğunu, borç batağından kurtulamadığını vurguladıktan sonra, geçen geceyi şöyle anlatmaya başlar: “Dün gece herkesin yattığı, o mukaddes teheccüd saatinde kalktım, iki rekat namaz kıldım.” Sonra dua, sonra uyku ve uykuda görülen rüya..

Hikayenin başında “çok fakir” olduğu söylenen eşraftan Mehmet, padişahın her sorusunu Mehmet amca olarak cevaplıyor. Kucağında da 17000 altın..

Tamamını anlatmak istemediğimiz bu menkıbe, padişahlarımızın peygamberimize olan sevgisini genç nesillere anlatmak için kurgulanmıştır, düşüncesine katılmamız mümkün değil.

Bir ihtiyaç sahibinin bir rüya gördüm diyerek, bir Sultan’ın karşısına hemen çıkacağı, herkesi yatmakla suçlayacağı ve fakat kendisinin farkını anlatacağı, Sultan’ın da hazinenin üstünde oturuyormuşcasına kese kese altın vereceği hikayesi, başka hangi niyetlerle üretilmiş olabilir, sorusuna bizi götürürse, yüklendiği görevinden yakalamış oluruz menkıbeleri, anlatıları, rivayetleri, olayları..

Hiç bir hakikat kalmasın bilinmeyen

(Tevbe suresinin 30. Ayeti kerimesiyle tefsirimizi devam ettiriyoruz.

Rabbimiz bize çağımızda hala varlığını sürdüren, ama her geçen gün sayıları azalan yahudiler ve hristiyanlarla ilgili bilgi veriyor. Onların yanlışlarını bize anlatıyor. Yanlışların düzeltilmesi için doğruyu da bize ayrıca öğretiveriyor.

Rabbimiz buyurur: Yahudiler, Üzeyir Allah’ın oğlu dediler. Nasara diye bilinen hristiyanlarda Mesih Allah’ın oğlu dediler. Bu onların ağızlarından söyledikleri sözden başka birşey değildir. Bunların sözleri, daha önce geçen kafirlerin sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin, nasıl da döndürülüyorlar diyor Allah.

1400 yıl öncesi sevgili peygamberimizin mübarek ağızlarından her bir kelimesi nur olan bu Allah kelamı dökülmeye başladığında, insanların gönül dünyalarını aydınlatan bu nuru söndermeye kalkan insanlar olduğu gibi, günümüzde de o nura karşı direnen, gözlerini kapayan, bu nuru söndürmeye çalışan insanlar var. Kıyamete kadar da olacaktır.

Allah nurunu tamamalayacaktır. Bir başka ayeti kerimede, onlar istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır diyor rabbimiz.

O Allah, resulünü gönderendir. Hidayetle yani Kur’anla gönderendir. Hak din ile gönderen Allah’tır. Müşrikler hoşlanmasalar da, istemeseler de Allah bütün dinler üzerine bu dinin galip gelmesi için, üstün gelmesi için peygamberimizi gönderdiğini haber veriyor.

Bize de dönüyor rabbim diyorki: Ey iman edenler, şüphesiz hahamlardan ve papazlardan birçoğu insanların mallarını yerler, insanları doğru yoldan alıkoyarlar, Altın ve gümüşü toplayıpta Allah yolunda dağıtmayanlara acılı azabı müjdele diyor Allah.

Batıl yollardan insanların mallarını yerler. Hiç bir hak ve yetkileri olmamasına rağmen günah affettiklerini insanlara söyleyerek, yalan söylüyorlar. Biz İsa adına günah affetmeye yetkiliyiz deyip günah çıkarma odalarına girerlerken yalan söylüyorlar. Kendi halkını kandırıyor, Allah’a iftirada bulunuyorlar. Hz. İsa’ya iftirada bulunuyorlar.

En zengin tapınak Vatikan. Nerden geliyor bu zenginlik? Oraya bağlananlardan geliyor. Papa da dilediği gibi tasarrufta bulunuyor.

Bir insanı sapıtmanın yollarından biri de bu. Bir insan günah işliyor, işliyor, geliyor kiliseye, bir  günah çıkarıyor, sıfırlıyor kendini.

İslam dininde böyle bir şey yok. Kimsenin garantisi yok. İmam önde dua ederken, Allah’ım affet bizi diyor. Cemaat de yanan yürekle, yarabbi affet bizi diyor.)

Mahmut Toptaş hocamızın tefsir derslerinden birini, ilk cümlemizde belirttiğimiz Tevbe suresinin 30. Ayeti kerimesini dinlerken aldığımız bu not içindeki eksiklik ve hata bu fakire aittir. Dileyen okuyucularımız bu surenin tefsirinin tamamına sosyal medya üzerinden erişebilirler.

Niçin sayfamızın yazılarından birine de bugün, bir tefsir dersinin özetiyle başladığımız sual edilirse, vereceğimiz cevap herkesi memnun eder kanaatimizdendir, deriz.

“Çağrı” filmini bu ülkede seyretmeyen yoktur sanıyoruz. Rahmetli Mustafa Akkad’ın filmi tv’de yayınlanacak dendiğinde, ekran karşısına kilitlenmiştik hani.

İşte o “Çağrı” filmi, programlanan özel yerlerde, sınırlı sayıdaki insanların seyrine sunulur. Bu yerlerden biri de Portekiz’deki yabancı misyon şeflerine ayrılan bir salondur.

Türk büyükelçisi merhum Fuat Doğu paşa’nın koruma müdürü Sabri Gümüş ağbi anlatıyor: “Çağrı filmini seyrederken bir ara gözüm Fuat Paşa’ma takıldı. Gözlerinden iki damla yaşın yanaklarından aşağı süzüldüğünü gördüm.”

Bu ülkede herkesin, o “Çağrı” filmini gözyaşları içinde seyretmesine bir büyükelçimizin de katılması elbette normalliktir. Lakin bizim gelmek istediğimiz yer, bir surenin tefsirinde, anlatılanları o gün orada doğrulayan insanların olmasıdır.

Film bittiğinde demişti Sabri Gümüş ağbi, diğer ülkelerin büyükelçileri Fuat Doğu Paşa’nın etrafını sarmışlardı. İşte orada konuşulanları, sonrasında koruma müdürüne söylemiş büyükelçimiz.

“Geldiler, bana dedilerki: Din, sizin dininizdir!

Bizim dinimiz ise bir fantazidir.”

İşte bu cümleyi hatırlamam, Mahmut Toptaş Hocanın şifa tefsirini dinlerken, bu yazıyı yazdırttı bana. O büyükleçilerin itirafını çok önemsiyordum. Sizlerin de haberiniz olsun istedim.