Müslümanlar pragmatik olmaları ve küresel dünyanın

gerçekleriyle uyumlu davranmaları pahasına iktidar olacaklarına inandırıldı.

Bir bakıma ödün vermezsen ödüllendirilmezsin mesajı verildi kendilerine ve

maalesef, bu mesaj karşılık buldu. Ne pahasına mı Sırf güce, otoriteye, maddi

imkanlara erişebilmek uğruna.

Bir de davadan ve idealden vazgeçme veya bütün bunları

yumuşatma, sulandırma uğruna tabii. Bu noktada ideal de, dava da bir anda

unutuldu gitti, teferruata indirgendi. Küresel siyasi ve ekonomik nizama aykırı

olunursa bir şey yapılamayacağı fikri zihinlere değiştirilemez bir gerçek

gibi kazındı. Küresel sistemin maalesef bir başarısı oldu bu durum.

Bu durum neticesinde yüzyıllardan beri hüküm süren dünya

ölçeğindeki zulüm ve sömürü çarkı başlıca muhalifini kaybetti; yani

Müslümanları. Haksızlık ve zulme hem muhalif hem de panzehir olma vasfını

yitirince perişan bir duruma düştü. Maddi birçok imkana, güce, otoriteye

kavuşurken kimliğini, varoluş sebebini kaybetti.

Soru sormanın, sorgulamanın, eleştirmenin olmadığı yerde,

muhalif olmanın, her kim olursa olsun müesses olan nizama karşı gelebilmenin

ayrıksı otu muamelesi gördüğü bir atmosferde, ne ilerleme mümkün olacak,  ne de dava ve ideal peşinde koşabilmek Artık

muhalif olmak hoş karşılanmadığı gibi dünya gerçekleri ne de aykırı

bulunuyor. O gerçekler in kimin eseri olduğu ve dünyada süregelen zulüm ve

sömürünün de bu gerçeklerden beslendiği de kimsenin ilgisini çekmiyor artık.

Para, güç, otorite, şatafat; yani dünyevileşme zihinleri esir alınca, birtakım

şeylerin savusu da, birtakım ilkelerde diretmek de gerçekçi bulunmuyor

maalesef.

Muhalif olmanın bağımsız bir iradeyi de beraberinde

getireceği unutuluyor. Dolayısıyla zihni bir üretim de mümkün olmuyor, özgün

bir eylem/söylem sonucu da doğmuyor. İslam dünyasının bağımlı haline belki

bir açıklama olur bu halimiz. Başkalarının gerçeklerine göre kendimizi

ayarlamamız, sorgusuz sualsiz, itirazsız her şeyi kabullenişimiz ve

karşılığında da güç, otorite, para, şatafata erişmeyi marifet sayışımız. Bütün

bunlara sahip olan, dünyevileşen her yapı gibi yıkılmaya mahkum yeni bir yapı

daha oluştu işte. Çürük temelden yükselen çürük bir bina

Muhalif insanın hali şu dönemde, önceden de olduğu gibi

yeldeğirmenlerine karşı savaşan Don Kişot gibidir. Bütün herkes garipser, saçma

ve faydasız bulur çabasını. Ancak onu bile yanlış anlarlar muhtemelen. Gün

gelir ki, bazen yeldeğirmenlerine değil de, yelin ta kendisine savaş açmak

gerekecektir. Yeldeğirmenlerini yenemeyen yelin kendisine ne yapabilir ki En azından

yele karşı durur ve arkasına sığınanları elden geldiğince korur yelden. Varsın

kendisi savruluversin.

Aslına bakılırsa, mesele değirmenlere karşı olmaktan da

ötedir. Aslolan değirmenlere karşı olmak da değildir, yelin ta kendisine karşı

olmakta yatar gerçek Yel esmez ise değirmen dönmeyecektir çünkü.

Bugün, yelin ta kendisine savaş açacak insanlara o kadar

ihtiyaç var ki