“Ukrayna’ya İHA, Karabağ’a SİHA gönderenler, söz konusu Gazze olunca dua ile yetiniyorlar.”
Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Mahmut Arıkan’ın bu sosyal medya paylaşımında üç ülke anılıyor: Ukrayna, Karabağ ve Gazze.
Başkan Sayın Arıkan’ın hedefinde Cumhur İttifakı var. Medyası her gün Gazze’de, İsrail şu kadar kadın, şu kadar çocuk katletti; hastaneleri bombaladı gibi istatistiksel rakamlı haberler yayımlamasına rağmen, akıllarına üretimleriyle öğündükleri insansız silahlı araçları düşürememelerini böyle bir cümle ile dünyaya bir kere daha ilan etmiştir.
Medyaya hakimiyeti yüzde doksan beş gibi matematiksel bir işlemle anlatılan Cumhur İttifakını, Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Mahmut Arıkan’ın bu tarihi tespitine karşı savunmak, hariçten gazel okuyan sınıfına dahil gazeteci Nedim Şener’e kalmış.
“Saadet Partisi Genel başkanı Mahmut Arıkan’a:
Türkiye’nin Gazze’ye sadece dua gönderdiğini zannetmek cehalet ve kötü niyetten başka bir şey değil.
İHA, SİHA diyorsun ya; Baykar olayın başında 10 milyon dolar göndermiş, sen ne yapmışsın?”
Türkiye diyerek söze başlayan gazeteci Şener, bir özel müesseseyi anlatıyor; İHA, SİHA üzerinden. Akıllara seza bir çağrışımın sahibi olarak.
10 milyon dolar gönderildiğini bilmek gazetecilik mi, muhasebecilik mi, yoksa havale memurluğundan mı kaynaklıdır?
Bilgi sitelerinin kaydını karıştırıyoruz:
Baykar: Gazze halkı için 280 milyon liralık yardım yapmaya hazırız. (20 ekim 2023)
15 Kasım 2023 kayıtlı haber de şöyle:
“Bağış nakdi olarak AFAD ve TDV’na teslim edildi.”
Gazeteci Şener’in, Kasım 2023 tarihli 280 milyon lirayı, Nisan 2025’te 10 milyon dolar olarak telaffuz ederken, yerli ve millilikten uzaklaşması, yardım hacmini büyük tutmak endişesinden kaynaklı olsa gerek.
Neden İHA, SİHA değil?
Neden nakit bağış?
“Olayın başında” bu ise, ortasında ve bugününde ne var veya daha ne kadar?


Ukrayna ve Karabağ vurgusu Sayın Arıkan’ın, gazeteci Şener’e hiçbir şey anlatmıyor mu?
2015 yılına kadar birer sayfa tutan kitapları ve ödüllerinin listesine AKP iktidarında ilave olmaması dolayısıyla tescilli yandaş gazetecilerden ayrı saydığımız Sayın Şener’in, Türkiye-Gazze ilişkisini, Baykar’ın nakdi teslimi açısından değerlendirmesi, bir çaresizlik itirafı gibi görülmeli ve insanları, Katil İsrail’e bir şey yapamıyoruz duygusuna itmemeli.
Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Mahmut Arıkan’ın, karşı durduğu, önlemek istediği bu kabul duygusu ve şu şaşırmışlıktır:
İsrail’e petrol akıtarak varil başına 1 dolar 27 sent kazanan Türkiye ve bir firmasından 10 milyon dolar…
Bu ne hamiyet, gözlerimiz dolar.
Not: Saygı eksikliğinden muzdarip gazeteci Şener’in, ‘’Sen ne yapmışsın’’ sorusunu göğsündeki brövelerden sayan yandaş gazeteci sessizliği de dikkatlerden kaçmasın. Gün olur, onlar da yazılır.
HAK , HUKUK / ŞALGAM , TURP
TEKMİLİ BİRDEN SİYASET
“Turpunan, şalgamınan devlet yönetilmez.”
Ana muhalefet partisinin Yozgat mitinginde, mikrofonu alan bir çiftçinin haykırdığı bu cümle, Sayın Erdoğan’ın heybedeki turp demecinin propaganda etkisini kıran en sempatik tepki oldu.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a konuşma, demeç, nutuk metni yazan edebiyat meraklısı iletişimcilerin, zaman zaman geçmiş siyasetçilerden tekrar veya adaptasyon yaptırmalarının, muhalefetin mizah üretimine uygun düştüğünü gördük ve yazdık.
Turp örneğinde olduğu gibi.
“Turpun büyüğü heybede” deyimini, köylülüğü “Çoban Sülü” sıfatıyla tescilli merhum Demirel’in ağzından duymuştu ilk kez bu ülkenin insanları.
MC hükümetleri yıllarında, MSP’nin ön ayak olduğu sanayi ve ekonomi icraatlarını, muhalefet partisi CHP’nin anlamakta zorluk çektiğini fark eden merhum Demirel, “Turpun büyüğü heybede” diyerek milleti yeni müjdelere hazırlama hedefi güdüyordu.
O günlerde yaşanan turpun büyüğünü beklemek heyecanı ile bugünün hizaya sokma, ayağı denk aldırma şevki ve iştahı arasında köyler var, şehirler var, çiftçileri traktörlü Yozgat var.


TAŞIYLA TOPRAĞIYLA ZAFERİYLE KIBRIS BİZİMDİR
(“Biz Kıbrıslı soydaşımızı değil, "orayı ele geçirmiş olmayı" sevdik!
Oraya barış götürdük, güvence sağladık falan, numaradır... Osmanlı'nın torunları olan bizler, üç yüz yıldır ilk kez "toprak almış olmayı" sevdik. (Hatay'ı saymıyorum, Hatay için tek kurşun atmadık.)
Kurtardık gözüyle bakmadık, "aldık" gözüyle baktık hep. Kıbrıs, büyüklük kompleksimizle at başı giden aşağılık kompleksimizi bastırmamızı sağlamıştı. Sokaktaki adamın yürüyüşü değişmişti.
Daha sonra bazı bürokratlarımız da "Rumlar'ın kaçıp boşalttıkları villaları" sevdiler tabii, zamlı maaşı sevdiler. Tatilcilerimiz de ucuz battaniye, tencere tava sevdiler. Fiyatı beğenmeyen kenar mahalle karısı "keşke sizi kurtarmasaydık" demek terbiyesizliğini de gösterdi Kıbrıslı Türk esnafa.
Otuz yedi yıldır birbirimize eziyet ediyoruz.
Bütün hastalıklarımızı (enflasyon, uyuşturucu, kırtasiyecilik, nüfus fazlası) oraya ihraç ettik.
Biz de onların sırtında kambur olduk, onlar da bizim sırtımızda...”)
06 Şubat 2011 tarihli Sabah Gazetesi’nde yayımlanmış ‘’Kıbrıs’tan çekilmemizin zamanı geliyor…’’başlıklı Engin Ardıç’ın günlük yazısından aldık, hiçbir şart ve mekanda kabul edilmeyecek bu ifadeleri.
AKP İktidarına en yakın bir gazetede aktüel tarih yorumları yazarak partililerin eğitimini üstlenen merhum yazara o günlerde itiraz etmeyen kalemşorların bu gün Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’ın Rum yönetimine elçi atamasını ve KKTC’ni meşru saymamasını, AB’nin vaadi 12 milyon dolara bağlamaları, 20 Temmuz Kıbrıs Zaferimize saygısızlık sayılır.
‘’Bu da geçsin polis kayıtlarına..’’
