Tarihimizin gördüğü en büyük depremlerden 7.4 şiddetindeki Gölcük depreminde gazetemizin televizyon sayfasının editörü olduğum için, gece saatlerinde televizyonda bir tartışma programını izliyordum. Yaklaşık 45 saniye süren depremi iliklerime dek hissettim, evimiz beşik gibi sallanırken ne yapacağımızı bilemez halde, daha yeni doğmuş kızımızla arabamıza atlayarak teyzemizin evine doğru yola çıktık.

O günlerde teyzemizin bulunduğu lokasyonda insanların açık alanda oturabilecekleri, kalabilecekleri, artçı sarsıntılardan meydana gelebilecek felaketlerden kendilerini koruyabilecekleri alanlar vardı. Yaklaşık bir hafta boyunca burada kaldık… Depremin artçı sarsıntıları epey azaldıktan sonra da evimize döndük. Önceki gün Silivri açıklarında meydana gelen 6.2’lik depreme ise evde çalışırken yakalandım.

Yaklaşık 13 saniye süren deprem evimizi zangır zangır titretirken, ayağımdaki rahatsızlık dolayısıyla dışarıya koşturamadım. Deprem paniğiyle bütün insanlar evlerin dışına sokaklara, caddelere fırlamışlardı. Herkes apartmanların dibinde sandalyelerde oturuyordu… Sanki daha büyük bir deprem meydana gelse apartmanlar yıkılmayacak gibi rahatlardı…

Gaziosmanpaşa Belediyesi Küçükköy Merkez Camimizin hemen üzerinde vatandaşların toplanma alanı olarak kullanabileceği yere hala bitirmedikleri garip bir merkez inşaa etmişti. Tam anlamıyla rezillik kepazelik! İstanbul için beklenen deprem kendini bir kez daha hissettirdi…

Deprem sonrasında insanlar araçlarına atlayıp yollara döküldüğü için İstanbul trafiği kilitlendi. İnsanlar gitmek istedikleri noktalara saatler sonra ulaşabildi. Daha da beteri, yakınlarımıza ulaşmak, depremden nasıl etkilendiklerini sormak için sarıldığımız, ayda yüzlerce lira fatura ödediğimiz GSM hatları da çöktü. Depremden sonra yakınlarımıza ulaşamayacaksak, bu GSM hatları ne iş yapıyor? Neden altyapılarını doğru dürüst hale getiriyorlar… Vatandaşlardan milyarlarca lira almasını biliyorlar da, altyapılarını neden düzeltmiyorlar?

Deprem sonrasında televizyonlarda yine deprem uzmanlarına mikrofon tutuldu. Maalesef bir çok deprem uzmanı birbirleriyle çelişen açıklamalar yaparak vatandaşların tam anlamıyla, hakkaniyetle enforme edilmesinin önüne geçtiler, milletin kafasını yine kurcaladılar, zihinlerimizde yeni soru işaretleri oluşmasına yol açtılar.

Örneğin Prof. Dr. Naci Görür, bu depremin beklenen deprem olmadığını, beklenen depremin 7’nin üzerinde olacağını söyleyerek insanları korkutan bir açıklama yaptı. Prof. Dr. Şener Üşümezsoy ise ferahlatan bir açıklama yaparak, daha büyük bir deprem beklemediğini ifade etti… Hangisine inanacağız?

Türkiye, fay hatları üzerinde bir ülke… Her an her yerde deprem olabilir… Bizim yapmamız gereken depreme dirençli kentler inşa etmek… Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, İstanbul’da 1.5 milyon riskli bina bulunduğunu, bunun acilen yüzde 30’unun dönüştürülmesi gerektiğini söylüyor.

Ucube gibi Yarısı Bizden kampanyası başlattılar. İnsanların cebinde para mı var ki, bu kampanyaya dahil olabilsinler! Bu arada 1999 depreminden sonra iğneden ipliğe, cep telefonlarına getirilen deprem vergilerine ne oldu? Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bir önceki bakanlığında “Biz onları yatırımlarda kullandık” demişti. Deprem vergisi, deprem için kullanılır sayın bakan…

Deprem sonrası siyaset yine karıştı… İktidar ile muhalefet birbirine girdi… Açık söylüyoruz, altını çiziyoruz: Deprem gerçeği siyasete alet edilemeyecek kadar büyük bir meseledir. İktidar iktidar olarak üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmeli, ana muhalefet partisi CHP de Türkiye’nin bir çok yerinde kazandığı yerel yönetimleri üzerine düşeni yaparak depreme dirençli kentler inşa etmek üzere çalışmalar yapmalıdır. Vakit gelip geçmektedir! Nutuk atmayın, depreme dirençli kentler inşa edin! Tabut binalarda oturanların yüreğini ferahlatın!