Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü… Takvim yapraklarında küçük bir not olarak duran bugün, aslında büyük bir muhasebenin kapısını aralar. Kimilerinin yalnızca farkındalık diye özetlediği, kimilerinin kutlama mesajlarıyla geçiştirdiği ama hakikatte milyonlarca insanın hayatını doğrudan ilgilendiren derin bir meselenin adıdır 3 Aralık. Bir toplumun medeniyet seviyesi, engellisine nasıl baktığıyla ölçülür derler ya; aslında mesele sadece “nasıl baktığımız” değil, nasıl davrandığımız, hangi hakkı nasıl teslim ettiğimizdir. Zira engelliler bu toplumun kıyısında köşesinde “korunması gereken” bir grup değil; bu ülkenin özde ve öz değer vatandaşlarıdır.

Engellilik Üzerine Söz Söylemek Değil, İrade Ortaya Koymak Gerekir

Milli Görüşçüler olarak yıllardır dile getirdiğimiz temel ilkelerden biri şudur: Engelliliğe yol açan sebepleri ortadan kaldırmadan engelli politikası inşa edilemez. Bu bir temenni değil, bir gerçeğin ta kendisidir. Önleyici sağlık hizmetleri zayıfsa… Anne-bebek sağlığı ihmal ediliyorsa… Çevresel riskler azaltılmıyorsa… Sistemli taramalar yapılmıyorsa… Orada engelli nüfusu doğal olarak artar. Bu yüzden biz, engellilikle mücadeleyi sadece sosyal politika konusu olarak değil, aynı zamanda bir sağlık ve kalkınma politikası olarak ele alıyoruz. Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülkelerden biri olmak elbette önemlidir. Fakat mesele imza atmak değil; imzanın gereğini yerine getirmektir. İşte tam da burada yıllardır süregelen bir savrulma, bir istikrarsızlık ve ne yazık ki bir geri gidiş bulunmaktadır.

İktidarın ilk dönemlerinde engellilere yönelik atılan olumlu adımlar elbette inkâr edilemez. O dönemlerde yapılan birçok düzenleme toplumda umut oluşturmuştu. Fakat ne olduysa sonrasında bu kazanımların bir kısmı tek tek geri alınmaya başlandı. Sağlık Kurulu Rapor Yönetmeliği bunun en acı örneğidir. Rapor oranlarının hiçbir tıbbi karşılık olmaksızın düşürülmesi, binlerce engellinin “engelsiz” sayılması… Evde bakım hizmetinden ulaşım indirimine, istihdam hakkından vergi avantajına kadar birçok haktan mahrum bırakılması… Bu durumda vatandaşın devlete güveni nasıl sarsılmasın? Engelliler yıllardır tek bir cümleyi haykırıyor: “Haklarımız sadaka değil, insan onurunun gereğidir.” Ama sosyal politikaları bir lütuf dağıtımı gibi gören bir anlayış, hâlâ bu feryadı duymakta zorlanıyor.

Bugün ülkemizde engelli vatandaşların karşı karşıya olduğu başlıca sorunlar artık saklanamaz hâlde:

· İstihdam kapıları kapalı; işsiz engellilerin sayısı her geçen gün artıyor.

· Atanamayan engelli öğretmenler, yılların birikmiş mağduriyetini yaşıyor.

· Rapor yönetmeliğindeki belirsizlikler her gün yeni mağduriyet üretiyor.

· ÖTV muafiyeti düzenlemeleri daha karmaşık hale getirilmiş durumda.

· Ortez-protez hizmetleri neredeyse erişilemez hale geldi; fiyat farkları aileleri zorluyor.

· 2022 sayılı Kanun kapsamındaki yardımlar günümüz enflasyon şartlarında anlamını yitirdi.

· Ulaşım ve erişilebilirlik, çağın çok gerisinde.

· Engellilerin erken emeklilik hakkı daraltıldı; bu, sosyal devlet ilkesine aykırıdır.

Tüm bunlar bir kenarda dururken, siyasi iktidarın yaptığı ise seçim dönemlerinde verilen sözleri hatırlamak; seçim bittikten sonra ise unutmak. Biz bu nedenle diyoruz ki: Engellilerin sorunları seçim malzemesi değildir. İnsan onurunun gereğidir. Engelli vatandaşlar oy verirken nasıl ki herkesle eşitse; temsil edilme hakkı açısından da eşit olmalıdır. Bu yalnızca siyasi bir talep değil, demokratik toplum olmanın asgari gereğidir. Bugün mecliste engelli temsilinin düşüklüğü, aslında sorunun yapısal boyutunu ortaya koymaktadır.

Milli Görüş geleneği yıllardır engelli bireyleri toplumun ayrılmaz bir değeri olarak görmüş, onların haklarını savunmayı bir siyaset değil bir vicdan borcu olarak bilmiştir. Bugün Millî Görüşçüler de aynı kararlılıkla engelli vatandaşların yalnızca bugününün değil, geleceğinin teminatı olacak politikaları savunmayı sürdürüyor. Çünkü biz biliyoruz ki: Engellilerin önündeki engelleri kaldırmak, ancak adaletli, liyakatli ve vicdanlı bir yönetimle mümkündür.

Gelelim Papa Meselesine…

Haftanın bir diğer gündemi ise Papa’nın Türkiye ziyareti. İktidar bunu “sadece bir davet” olarak sunsa da, ziyaretin yıllar öncesinden planlandığı ve hangi uluslararası stratejilerin parçası olduğu gün gibi ortadadır. Siyonist ve emperyalist yapıların uzun süredir dünyaya dayattığı “dinler arası diyalog” projesinin yeni bir durağı olarak değerlendirilen bu ziyaret, elbette masum bir nezaket ziyareti değildir. Hele ki Efendimize (S.A.V.) ithaf edilerek bestelenmiş bir ilahiyle Papa’yı karşılamak, en hafif tabirle bir gaflettir. Bu milletin inanç değerleri, kozmopolit projelere süs malzemesi yapılacak kadar hafife alınamaz. Daha önemlisi ise şudur: Bu ziyaretin perde arkasını, zamanlamasını, uluslararası işaretlerini göremeyenler; yarın daha büyük dayatmalarla karşı karşıya kaldığında yine şaşıracaktır. Bizim temennimiz, Müslümanların ve bu ülkenin bütün vicdan sahibi insanlarının bu hadiseleri idrak ederek uyanmasıdır. Zira uyanan toplumun manipüle edilmesi zorlaşır, vesselam…

Günümüze dönersek, bugün yaptığımız çağrı nettir: Engellilere adalet, topluma feraset, yönetime ise vicdan gerekiyor. Rabbim bu millete basiret, feraset ve adalet nasip etsin. Engellilerin ve tüm mazlumların önündeki engellerin kalktığı bir ülke ümidiyle… Vesselam.