Kaynaklarda, kapitalist sistemin 16. yüzyılda sömürgecilik yoluyla Avrupa’ya akan sermaye birikimi sonucunda ortaya çıktığı ifade ediliyor. Ancak ferdi mülkiyetin tekelleşerek ezici bir güce dönüşmesi, vicdanı ile ihtirasları arasındaki savaşı kaybeden Kabil’e kadar uzanır. Toprağı işleyen ve tüm üretim kaynaklarını tasarrufu altına almaya çalışan Kabil insanın öteki yüzünün yani; şiddete, şerre olan meylinin bir göstergesi aslında. Tekelciliği, şiddeti, zorbalığı, hegomonizmi temsil eden Kabil tarihe tüm kötülüklerin başını çeken karanlık bir leke olarak geçmiştir.

Sahiplenme, bencillik ve rekabet insanın doğasında var ancak yüce dinimizin fakr, hayır, sadaka ve zekât gibi değerleri merkeze alarak ortak bir yaşam bilinci inşa etmiş ve bireylerin bu hastalıklarını paylaşıma dönüştürmüştür. Bu değerlerin kokusu yaşadığımız coğrafyanın toprağına, suyuna sinmiştir ve Müslüman halklar ellerindeki ekmekte tüm ihtiyaç sahiplerinin hakkı olduğuna inanıp bu minval üzere yaşamışlardır. Öyle sanıyorum ki bugün savaş ve işgallerin göbeğinde yaşayan Müslüman halklar inanç ve değerlerinin getirdiği bu kazanımlar sayesinde ayakta kalabiliyorlar.

Kadim geleneğimizde sosyal adaletin bir parçası olarak görülen hayır çalışmaları hem kişiler arası ilişkileri güçlendiriyor hem de kalpleri birbirlerine yakınlaştırıyor. İyi şeyleri paylaşmak aynı zamanda bireylerin tüm canlılara karşı sorumlu olduklarının farkına varmalarını sağlıyor ve bencilleşmeye karşı kalkan oluyor.

Halkın hafıza arşivinde sakladığı “ekmeğini herkesle bölüşürdü, yaptığı hayrı kendisinden bile gizlerdi” gibi deyimlerimiz vardır bizim. İnsanlarımız maddi ve manevi rızkı ekmekle sembolize etmiş ve ekmeğini bölüşen insanı merhametine güvenilen kişi olarak tanımlamışlardır. Bugün kaynaklarımız gibi kavramlarımızın da hedef seçildiğini ve ağır saldırılara uğradığını görüyoruz. Ancak bütün bunlara rağmen insanlarımız yaşadıkları her felakette ruhsal bir inkılâpla kalkarak, çağın tüm araçlarına meydan okuyor ve adeta yeniden diriliyorlar.

Kapitalist sistemin sürükleyici aktörleri halkın direncini ayakta tutan değerleri yıkmak için beşinci kol faaliyetleri olarak bilinen medya, casusluk, terör ve kaos yöntemini aktif olarak kullanıyor ve ağır hasarlar veriyorlar. İnsanlar televizyon, internet gibi araçların önüne geçtiklerinde tüm değerlerden soyutlanmış bir rol modelle karşılaşıyorlar. Popilize edilen rol modeller paylaşmanın ahmaklık olduğunu fısıldıyor, büyük balık küçük balığı yutar diyor ve ekmeği bölüşmenin insan kalmanın şartları arasında gören halkları etki altına almaya çalışıyor. Ancak sular çekildiğinde, yer sarsıldığında ağıtlar yükselmeye başladığında insanlar üzerine boca edilen o kiri silkeleyip doğruluyor ve merhamette birleşiyorlar.

Dünya kaynaklarını kontrol altında tutan ve teknolojide büyük bir yol kat eden küresel sistem, Müslüman halkları tutundukları özden tamamen koparabilmek için bir taraftan bombalarla diğer taraftan beşinci kol faaliyetleri ile saldırmaya devam ediyor. Ve halklar bunca bombardımana rağmen hâlâ ayakta ve hâlâ güçlü… Gündelik hayatta kültür istilasına uğrayıp apartman komşusundan, arkadaşından, yakınlarından bir tebessümü, bir selamı dahi esirgeyen insanlar afetler karşısında üzerlerinde ne varsa silkeleyip özlerine dönüyor ve toprağa sinen o değerlerle kucaklaşıyorlar. Yakın tarihte yaşadığımız deprem felaketinde buna hepimiz şahit olduk.