Evsiz bir kadının eve kavuştuğu gün yaşadığı sevince tanık olmuştum… Yetmiş yaşındaki kadın sanki yıllardan beri yolunu gözlediği bir dostu ile karşılaşmış gibiydi… Ev onun dağılan parçalarını bir araya getirmiş ve tarifsiz bir huzur vermişti. Ev onu hayalleri ile yeniden buluşturmuştu. Artık sokaklarda yaşadığı korku dolu günleri evin serinliğinde unutacak ve hayata yeniden başlayacaktı.

Rivayete göre teyzemiz Diyarbakır’dan İstanbul’a geldiğinde yirmi yaşındaydı ve burada eşiyle birlikte hurdacılık yaparak geçimlerini sağladılar. Çocuk sahibi olamadılar ve bundan hiç şikâyet etmediler. Beş yıl önce eşi vefat edince teyzemizin sağlık sorunları daha da arttı ve atık toplayıcılığına son verdi. İlk birkaç ay geçimini komşuların desteği ile sağlayan teyzemiz biriken kira borcunu ödeyemeyince ev sahibi tarafından sokağa atıldı. Beş yıl sokaklarda yaşayan teyzemiz kimsenin dikkati çekmedi, sesini kimseye duyuramadı, çoğu zaman aç yaşadı… Akşam vakti insanlar evlerine çekildiğinde o geceyi geçirebileceği güvenli bir alan aradı. 

Bir Şubat akşamı mahalle sakinleri tarafından baygın bulunan teyzemiz birkaç ay hastanede kaldıktan sonra bir yardım kuruluşunun desteği ile eve kavuştu. Oysa ev hayatımızda hep vardır ve böyle bir kavuşmaya ihtiyaç duymayız. Ama sular yokuşa doğru akmaya başladığında dengeler bozulur ve evi de sevdiklerimizi de kaybederiz.

Şehrin kendilerine konforlu bir hayat sunacağına inanıp köylerini terk eden insanlar burada neleri kazanıp, neleri kaybedeceklerinin hesabını yapamadılar. Mutfağında pişirdiği yemekten komşuya hak ayıran insan şehirde kendini yoğun bir maratonun içinde buldu ve ihtiyaçları dışında hiçbir şey düşünemez hale geldi. Yalnızlaştıkça paylaşma duygusunu ve merhametini kaybetmeye başladı.

Modern kültüre göre düzenlenen şehir yaşamı insanları bencilleştirdi ve elindeki kesici aletle kiracısının üzerine yürüyen ev sahipler ile karşılaşmaya başladık. Kira borcunu ödemeyecek kadar mahrum olan bir aileye karşı ne hissedersiniz? Onu evinizde misafir etmez misiniz? Borçlarını silip burada güvendesin demez misiniz? Biz bunları unuttuk ve kira borcunu ödeyemeyen kişiye saldıran ve onu sokağa terk eden haydutlara dönüştük.

Kırsal alanda mutfağında pişirdiği yemekte komşuya pay ayıran insan şehir hayatına geçtikten sonra bu değerleri küçümsedi ve kaybetti. Burada her şey bir karşılığa tabi idi... İnsanlar ekmeğe ulaşmak için gösterdikleri çabayı önemsediler ekmeği paylaşmayı ise ahmaklık olarak görmeye başladılar. Oysa ekmeği paylaşmak, ekmeği kazanmak kadar önemliydi. Kentli insanın güne nasıl başlayacağı, hangi vakitte neler yapacağı, evine ne zaman döneceği programlanmıştı ve insanlar iletişim becerilerini kaybedip adeta robotlaştılar.

Artık daha fazla iyilik yapmak, daha fazla paylaşım içinde olmak ve daha fazla sevgi üretmek gibi hedefleri yoktu insanların... O yüzden kötülük hızla yayıldı ve kendimizi güvende hissedemez hale geldik.