Pandemi sonrası dönemde aşina olmadığımız kavramlarla tanıştık ve kendimizi bir çelişkiler yumağının içinde bulduk. Bir tarafta yapay zekâdan, insanın yerine alabilecek robotlardan ve dijital yaşamdan bahsediliyor diğer tarafta iklimsel değişimin, doğal afetlerin ve kıtlık sorununun bütün dünyayı etkileyeceği ifade ediliyor. Anlaşılan dünyayı boşaltıp kendilerine bir alan açmayı hayal eden küresel elitler bu hayallerini doğayı ifsad ederek gerçekleştirebileceklerine inanıyorlar.

Pandemi sonrası dönemde iklimsel değişim, çölleşme, kıtlık gibi ifadeler gündemden hiç düşmedi. Peki, bütün bunlarda insanın doğaya müdahalesinin etkisi yok mu? Kıtlık insanın ürettiği bir sorun değil mi? Savaşlar kimin eseri? Doğayı kim tahrif ediyor? İsrafı kim sürdürüyor? Tarihin arka sayfalarını açtığınızda küçük bir azınlığın sebep olduğu savaşların, çatışmaların ve kaynak israfının ve doğayı tahrifatın hayatın akışını bozduğunu ve kıtlığa, yoksullaşmaya ve sosyal kaosa yol açtığını görürsünüz. Fakat fillerin ayakları altında ezilen halklar günü kurtarmakla meşguller ve yarınlar için neler yapabileceklerini düşünebilecek durumda değiller.

Bilindiği üzere Birinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa nüfusunda ciddi anlamda kayıplar yaşanmış, üretim durma noktasına gelmiş ve birçok ülke kıtlık ve salgın hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise gıda maddesi satan kurumların çoğu kapanmış, karne uygulaması başlamıştır. Savaş sonrası yaşanan kıtlık, salgın hastalıklara ve içsel çatışmalara sebep olmuş ve bu sorun bütün dünyayı etkilemiştir.

Dünyayı tek devlet, tek millet ekseninde düzenleme hevesi taşıyan küresel elitler bilim ve teknolojiyi bir silah olarak kullanmış ve doğayı tahrif etmişlerdir. Bütün canlıların hayatını etkileyecek boyutlara ulaşan bu tahrifatın yakın tarihte kıtlığa, salgın hastalıklara ve toplu ölümlere yol açabileceği ifade ediliyor. Peki, ne yapabiliriz? Kıyıya vurmuş balıklar gibiyiz dalga bizi ne tarafa sürüklerse oraya doğru savrulmayı bekliyoruz…

Birleşmiş Milletler Gıda Programı’nda Ukrayna limanında depolanan tahılların ihraç edilememesinin küresel gıda güvenliğine karşı açılmış bir savaş olduğu, buna bağlı olarak kıtlık ve kitlesel göçlerin yaşanabileceği açıklanıyor. Nitekim Rusya’nın Odesa bölgesinde bulunan tahıl depolama tesislerine yaptığı saldırı sonrası Batı sadece enerji krizi değil gıda krizi ile de karşı karşıya kalmış ve kıtlık sorunu gündeme gelmiştir. Her yıl rutin olarak gerçekleşen Davos Zirvesi’nde bu yıl kuraklık, kıtlık ve buna bağlı olarak ortaya çıkan göç dalgasının ele alınacağı söyleniyor. Fakat bütün dünyayı tehdit edecek boyuta ulaşan bir tehlike için alınabilecek hiçbir önlemin yeterli gelmeyeceği aşikâr…

Küresel elitlerin çıkar hesaplarını dikkate alarak döşedikleri taşlar dengeleri bozuyor ve devletler ekonomilerini, güvenlik politikalarını yönetemez hale geliyor. Bu durum böyle devam ettiği takdirde ülkelerin çoğu iktisadi ya da içtimaı olarak parçalanacak ve küçük devletçiklere dönüşecektir ki, onların istediği de zaten bu…

Rusya’nın gıda silolarının bulunduğu limanı bombalaması, bütün dünyayı etki altına alan kuraklık, ülkemizde buğday tarlalarının yanması, Derince Limanı buğday ambarlarının patlaması ve dünyanın diğer bölgelerinde buna benzer olayların yaşanması bir rastlantı değil kuşkusuz… Bütün bunlar perdenin arkasında alınan kararların ve yapılan hesapların bir sonucu… Ve bu sonuç kararı alanlar da dâhil hiç kimsenin işine yaramayacak… Bu sonuç insanı kendi kazdığı kuyuya hapsedecek…