İslam toplumlarında yardımlaşma ibadetten sayılır. Bu anlayışla büyüyen kişi, ekmeğini böler ve ihtiyaç sahibine uzatır. Onun için bu kuvvetli bir sorumluluktur, ihmal edilmemesi gerekir. İslam kültüründe yardımlaşma tıpkı, dürüstlük, insan severlik ve diğerkamlık gibi öğretilen bir şeydir. Fakat öğretilen bu özellikler bazılarında diğerlerinden daha ağır basar. Bu kişiler mahallenin abisi ya da ablası olarak görülürler. Şahsen mahallenin abisi ya da ablası diyebileceğim birçok kişi ile tanışma fırsatı bulduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü insan en yakınındaki kimselerden daha fazla etkilenir, onların sahip oldukları güzelliklerden nasip alır.
Arkadaşım Ayşegül bu konuda bizlere her zaman örnek olmuştur. Onunla tanıştığımda on dört yaşında küçük bir kız çocuğuydum. Kendisi küçük bir evde yaşıyordu fakat bu ev neredeyse günün her saati dolup taşan bir tekke gibiydi. Ayşegül, Anadolu’dan İstanbul’a gelmiş kız öğrencilerden tutun da, evinin kirasını ödemekte güçlük çeken yoksullara, eşi ile anlaşamayan hanımlara, aile ile çatışma noktasına gelen gençlere kadar hemen her kesimden kişi ya da kişilerle konuşur ve onların sıkıntılarına çözüm getirmeye çalışırdı. Aileye ayırdığı vakit kadar dışarıdaki kimselere de ayırır ve bu işi hiçbir çıkar gözetmeden yapardı. O yüzden insanlar istedikleri vakit onun kapısını çalabilir ve rahatsız ederim düşüncesine kapılmazlardı.
Geçtiğimiz gün ziyaretine gitmiştim. Tatlı bir telaş vardı evde. Yemekler pişiyor, meyveler yıkanıyor, çamaşırlar ütülenmek üzere hazırlanıyordu. Merak edip sordum. Uzun zamandır ilk defa onu o kadar hüzünlü gördüm. Yüzüme baktı ve “ arkadaşlardan biri ağır hasta, çocuklara yemek yapıyorum, bu dönem onların desteğe ihtiyaçları var, o yüzden programlarımın büyük bir kısmını iptal ettim” dedi. Onu tanıdığım için, çaresizlik içindeki bir kişinin zihnini ne kadar meşgul ettiğini tahmin edebiliyordum. Yine de çocukların durumunu sormadan edemedim. Anlatırken sesi titriyordu, henüz alışamadılar annenin hastalığına ama alışmak zorundalar. Şimdilik baba, annenin boşluğunu telafi etmeye çalışıyor ama bu ne kadar mümkün olabilir bilemiyorum. Arkadaşın duygularını sormaya çekiniyorum, bütün benliği ile çocuklarına odaklandığı belli, yoğun acı yaşıyor, acısını deşmek istemiyorum, zaten bir noktadan öteye gidemiyorum…” dedi.
Zamanı değiştirmek yerine değişen zamanın esiri olmak en büyük gaflettir. Fakat günümüzde hemen hepimiz bu esareti kabul etmiş durumdayız. Bireysel hücrelerimize hapsolmuş, mağduriyeti zayıflık olarak görüp insanlardan uzaklaşıyoruz. Halbuki ne kadar çok şeye sahip olduğumuzla değil ne kadar insan olduğumuzla değerlendirileceğiz. Ve insan olmanın bir ayağında kendimize diğer ayağında ise çevremize karşı yapmamız gereken sorumluluklarımız var. Fakat bizler bunu bir sorumluluk olarak görmediğimizden kaçıyor ve o daracık hücrelerde yaşamaya devam ediyoruz.
Mahallenin ablası ya da abisi olarak gördüğümüz kişiler i ise bizden ayıran şey insani hassasiyetleri ve bu konudaki engin duyarlılıkları. Öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki, insanlığı bir kitap gibi bu kişilerin davranışlarından okuyabiliyoruz. O yüzden bu insanların, hayatımıza ışık tutan model kişiler olduğuna yürekten inanıyorum.