İslam coğrafyası her sabah yeni bir bombardımanın yankısıyla uyanıyor. İsrail’in katliamları artık rutinleşmiş bir vahşet haline geldi. Ne uluslararası hukuk, ne küresel diplomasi, ne de ahlaki caydırıcılık bu saldırganlığı durdurabiliyor. Son on beş yılda adım adım önü açılan bir pervasızlıkla, bugün artık doğrudan İran’ı hedef alabiliyor; Gazze’yi nefessiz bırakabiliyor.

İsrail yönetimi, uzun süre uluslararası sistemin şımarık çocuğu olarak kaldı. Ancak bugün artık sadece şımarık değil, tam anlamıyla canavarlaşmış bir güçten söz ediyoruz. Sessizlikten meşruiyet devşiren bu yapı, her yeni katliamla birlikte biraz daha "dokunulmaz" hale geliyor. Bu dokunulmazlık algısı, sadece İsrail’i değil, İslam dünyasını da dönüşü olmayan bir uçuruma sürüklüyor.

Vurulan Sadece Tahran Değil

İsrail’in İran’a yönelik son hava saldırısı, klasik bir askeri operasyon değil; çok daha derin bir anlam taşıyor. Bu, bir misilleme değil; bölgenin haritasını, hatta kaderini yeniden çizme girişimidir. Mesele yalnızca İran’ın nükleer kapasitesi ya da bölgesel etkisi değildir. Hedef alınan, İslam dünyasının kendi iradesini yeniden inşa etme ihtimalidir.

Bu saldırılar, yalnızca füzelerle değil; aynı zamanda bir medeniyet krizinin yansımasıyla gerçekleşiyor. İslam dünyası, güvenliği özgürlükle değil, teslimiyetle tanımlayan politikaların kıskacına sıkışmış durumda. Her çatışma, ümmetin parçalanmasını derinleştiriyor; ahlaki koordinatları sarsıyor.

Batı’nın Hesaplı Sessizliği

ABD ve Avrupa'nın tepkisizliği, bir suskunluk değil; bilinçli bir onay mekanizmasıdır. “İsrail’in kendini savunma hakkı” söylemi, emperyal politikaların en steril kılıfı haline gelmiştir. Aynı sistem, İran’ın en küçük bir karşılığına karşı “terörle mücadele” kisvesiyle saldırı zemini hazırlamaktadır.

Zalimin şiddeti “meşru müdafaa”, mazlumun direnci “terör” sayıldıkça; İslam dünyasında adaletsizliğe karşı birikmiş öfke, kolektif bir bilinç sıçramasına değil; dağılmaya ve içine kapanmaya neden olmaktadır.

Türkiye Nerede Durmalı?

Türkiye bu krizde yalnızca coğrafi değil; tarihsel ve medeniyet kodları açısından da merkezi bir konumdadır. Ancak bu merkezilik, edilgen bir denge politikasıyla korunamaz. Bugün Türkiye, ya mevcut küresel denklemde sessiz bir dengeleyici olacak ya da adalet merkezli yeni bir diplomasi dili geliştirecektir. NATO üyesi olmak ya da İran’la ekonomik ilişkiler yürütmek, bu tarihsel sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Aksine, bu sorumluluğun altını kalın çizgilerle çizer.

İsrail’in İran’a yönelik saldırısı, yalnızca Tahran’a değil; İstanbul’a, Şam’a, Beyrut’a ve Kudüs’e uzanan bir tehdittir. Eğer bugün İran direnç hattı düşerse, yarın İsrail’in doğrudan Türkiye sınırında yeni hamleler yapması şaşırtıcı olmayacaktır.

Kalıcı Barış ve Ahlâki Zemin

Barış, yalnızca silahların susmasıyla değil; zulmün isim değiştirerek hüküm sürmediği ahlaki bir düzenle sağlanabilir. İsrail’in bölgede yürüttüğü politika, uzun vadede yalnızca İslam dünyasını değil, kendi varlığını da tehdit eden bir yapıya dönüşmektedir. Bugün hedef alınan yalnızca İran değil; Lübnan, Suriye, Yemen, hatta Körfez’deki tüm dengeler yeniden yazılıyor. Bu yeniden yazım, önce haritalara değil; vicdanlara işleniyor.

Haritasız Bir Adalet Arayışı

Akif Emre, bir yazısında şöyle demişti: “Haritayı çizenler değil, vicdanı diri olanlar tarih yazar.” Bugün İslam dünyası, bir kez daha haritayı çizenlerin oyununa mahkûm görünüyor. Ama bu görünüş, değiştirilemez bir kader değil. Yeter ki sözü olanlar konuşsun, suskun yürekler haykırmaya cesaret etsin.

İran ya da Filistin, Lübnan ya da Yemen… İsimler değişse de mesele aynı: Adaletin coğrafyası çizilemediği sürece, barış sadece bir suskunluktur. Türkiye bu suskunluğu dağıtacak güce, birikime, tarihi sorumluluğa sahip bir ülke olarak hem caydırıcı bir çabaya hem de diplomasilere öncülük etmelidir. Rahmetli Erbakan Hoca’nın; “Eğer Suriye düşerse, sıra İran’dadır ve İran’a saldırı olursa bir sonraki hedef Türkiye’dir” sözlerinin gerçeğe dönüşmesine hep birlikte şahitlik ediyoruz. Onun yıllarca uyardığı BOP, bugün neredeyse nihai hedefine doğru son surat ilerlemektedir. Bugün artık uyarı mesafesini çoktan geçtiğimizi hepimiz görüyoruz. Ve ülke olarak son derece agâh olmak zorundayız. Çünkü toprak ayağımızın altından kayalı epey oldu. Hoşça bakın zatınıza…