DAYAĞI, VARLIKLARINA DAYANAK SANANLAR
“Bu adam da sürekli bir yerlerde dayak yiyor.
Ya ayağını kırıyorlar, ya yüzüne tokat atıyorlar.
İnsan bazen ‘Haketti bunları’ diyesi geliyor.”
Kalemşorluk yarışındaki gazetecilerden birinin, içini döktüğü bu paylaşımı okuyanlar, “Dayak olayı ve mağduru”nun haklarını savunmanın ötesinde, siyasi liderlerin can güvenliği yoksa, halkın nasıl olacak, sorusuna vardılar.
(Menfur saldırı olayını ve bu gazeteci duyurusunu bu ülkenin 70’li yıllarına taşısak bir an için, Tercüman ve Milliyet gazetelerinin fıkra yazarlarının birbirinden habersiz ve bağımsız ‘Dinime dahleden bari Müselman olsa’ deyimini öne çıkardıkları yazıları okunurdu köşelerinde. Bugün ‘Başka’ deyimlerin cirit attığı demeçlerle yetiniyorsa okuyucular, müsaadenizle ben de yazmayacağım.)
Giriş cümlesini bir daha okuyunuz: Sanki bir ilkokul çocuğu şikayetini, tanıklığıyla pekiştiriyor.
“Bu adam da…”
Ülkenin ana muhalefet partisi genel başkanının kastedildiği bu tanımı “Adam demiş, sıradaki telef namzedi dememiş” itirazıyla savunanlar olacaktır; eminiz.
“Ya ayağını kırıyorlar…”
Sağlık karnene yazılmış bütün teşhis ve tedavilerden haberliyiz, gururundaki yazara şöyle bir sorumuz olsa mesela: İttifak ortağının kalçasını da bir kıran mı olmuştu?
Sonra devam etsek, “Ya, ya” diye saydığın fiiller, “Canhıraş” twitlerle savunduğunuz iktidarın günlerinde oldu. Sevinme ve övünme aşkınız bu kadar mı dibe vurdu?
Daha da sorsak: “Haketti…” diyorsun. Bırakın inatla verilmiş oylarla da olsa son seçimin galibi sıfatını, bir siyasi partinin başkanı ya da mensubuna yapılan bir tecavüzden, gurur ve şuur payı çıkarıyorsa bir gazeteci, iktidarı, “Kılavuzu” dolayısıyla uyarmak ortağına düşmez mi?
ÖNDER DEDİ, SES YOK; YÖNETİCİ Mİ? AMAN HA!
Fakat heyhat!
Sayın Bahçeli’nin isim vermedi vurgusuyla haber sitelerinde duyurulan ‘’Geçmiş olsun’’ mesajı okunduğunda, bahis konusu gazeteci ile fikir ve anlayış paralelliği hemen fark ediliyor ve kimseyi şaşırtmıyor artık.
“Ebediyete intikal eden TBMM Başkan Vekili ve DEM Parti İstanbul Milletvekili merhum Sırrı Süreyya Önder için İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen Veda ve Vefa törenine katılan, müteakiben de fiziki saldırıya uğrayan bir siyasi kurum yöneticisine öncelikle geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.”
“Katılan” fiiline kadar zatını, “Haza” zamiriyle “Eksiksiz, noksansız, hatasız” tanımlayan ve “En zarif insanlardan birisidir” diye etiketleyen merhum Önder’in kimlik bilgilerini yazan Sayın Bahçeli, müteakiben vurgusuyla devam ettiği dilek bildiriminde, gazeteci kişinin “Bu adam” diyerek işaretlediğini, “Bir siyasi kurum yöneticisi” yapmış; sade ve Türkçe kelimelerle; hal buki, 1.70 m. Boyunda, 75 kg. ağırlığında, beyaz tenli gibi fiziki özellikleriyle de anlatabilirdi. Zira davet ettiği İmralı sakinine ‘’Önder’’ diyen Sayın Bahçeli var karşımızda.
İkinci fark, Sayın Bahçeli geçirilmiş ortopedik rahatsızlığa değinmeden, sekiz düğmeli ceketi ve çizmesiyle evinin salonunda yürüme sertliğinde olsa da mesaj üslubu, doğrudan kabul etmiş fiziki saldırıyı.
Medya kanallarıyla ilettiği “Geçmiş olsun” dileğinde, siyasi ilişkisini hatırlattığı mağdurun adını anmamasının, Sayın Erdoğan’ın düştüğü yolda 70’li yaşlarla ilgili söylediği ve fakat 75’inci yılını bir pastayla kutladığı yaşıyla ilgili olmadığına, herkes gibi biz de inanıyoruz.
Sayın Bahçeli danışmanlarına stratejik bir hesapla geçmiş olsun dilekli mesajını yazdırmış ve rakibi siyasetçinin mağduriyetinin gölgelenmesini ve şahsının konuşulmasını sağlamıştır.
GEÇMİŞ ZAMAN OLURKİ, HAYALİ CİHAN DEĞER
Konu, günümüz siyasilerinin birbirlerine isimsiz hitap etmelerine dayanınca, önceki yüzyılda yaşamışların atışmalarındaki ince esprileri ve zarafeti bir örnekle anlatmazsak olmaz.
Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nde 76’ncı Tiyatro Yılı’nı kutladığımız sanatçımız Ulvi Alacakaptan’dan orada dinledim, unutulmaya yüz tutmuş o nükteli halleri.
Özal’ın karşısında Demirel ve Erdal İnönü olsun hesabındaki kartel basınının, Erbakan ve Refah Partisi haberlerine sansür uyguladıkları zamanlardan anlattı Ulvi Alacakaptan.
Başbakan Özal, Monako-Galatasaray maçına gitmek için Bakanlar Kurulu toplantısını iptal eder.
İlkin Erdal İnönü’ye varır gazeteciler. “Böyle gayri ciddi bir iş olur mu? Bir maç için Bakanlar Kurulu iptal edilir mi?”
Erdal İnönü’nün, hizmet aşkı içerikli demeci Özal’a yetiştirildiğinde, gazetecilerin bir espri bekleme meraklarını tatmin eden bir cevabı vardır.
“İstiyorsa, onu da götüreyim Monako’ya.”
Başbakan’ın bu fedakarlığı karşısında duygulanan gazeteciler, Kamber’siz düğün olmayacağından Demirel’i sürerler ortaya.
“Ya Demirel de gitmek isterse?”
Özal rahat, Özal pişkin. Bakanların çantasını taşıyarak (İ. Sezgin ifadesi) 24 Ocak kararlarını hazırlayan Özal; Erbakan harekatına karşı bir koz, bir engel, bir hendek olarak hazırlanan Özal, kimlik bilgisine yazılmamış yönünü ifşa eder sorulanın.
“Sayın Demirel toptan anlamaz!”
Merhum Bayar’ın “Şu bizim su müdürü” dediği Demirel, bu suçlamaya nasıl bir tepki gösterecek, tavrı ne olacak? Üstelik Spor Bakanlığını Bakanlar Kuruluna katmış, Anadolu’nun tüm şehirlerini liglerde toplamış ve onları stadyumumuz olsun yarışına sokmuş bir Demirel, toptan anlamadığını itiraf eder mi?
Gazeteciler Güniz Sokakta olayı anlattıklarında ve Sayın Başbakan sizin toptan anlamadığınızı dünyaya ilan ediyor, ne buyuracaksınız merakına durduklarında, merhum Demirel hem onların koşuşturmalarını durduracak, hem de Özal’ı can evinden vuracak esprisini söyler:
“Ben toptan anlamam, o da devlet idaresinden anlamaz.”
Ulvi Alacakaptan’ın anlattığı ve bizim de ancak hatırladığımız fıkra burada sona eriyor. Fakat ziyaretçiler ve Demirel, devlet idaresinden anlamayan Özal’ın, işini bilen memurlardan, rüşvetin belgesi mi olur diyen işadamlarından, il başkanı yaptığı karısından ve Amerika’da bir kahvede garsonluk yaparken tanıdığı Engin Civan’a Emlak Bankası’nı yediren, Irak’ı vurma hayalli pilot çocuğundan yardım almasını da konuşmuşlardır mıdır, bilmeyiz.
Biz bugün, bir siyasiye yapılan saldırıyı ve toplumdaki tepkileri yazıyoruz.
“ADALETİN BU MU DÜNYA” ŞARKISINI HATIRLAMAK
2004 yılında iki çocuğunun katili olan saldırganın, 2020 yılında tahliye olmasına duyulan isyana, razı olmama hallerine Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç’un tepkisi de dahildir bu yazımıza.
Geçtiğimiz Kasım ayında, adları altın kaçakçılığıyla anıldığı için Devlet Bahçeli’nin istifasını istediği 3 milletvekili hakkında soruşturma olmadığını söyleyerek halkı aydınlatan Adalet Bakanı Sayın Tunç’un, “Kamuoyunda bazı çevrelerce doluşturulmak istenen ‘müebbet aldı, serbest bırakıldı’ yönündeki değerlendirmeler gerçeği yansıtmamakta; hukuki ve infaz sürecine ilişkin bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır” diyerek bitirdiği ve haber sitelerinde “AKP öncesi mevzuata göre tahliye edilmiştir” başlığıyla duyurulan tepkisini X’ten okuduk.
“AKP öncesi mevzuata göre”, “Eski mevzuata göre” izahıyla, 2004 yılı katilinin 2020 yılında tahliyesinden sorumlu olmayacakları savunmasındaki Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a, “Bazı çevrelerce” tanımına soktuğu rahatsız olmuş insanlarımızın şöyle bir soru yöneltme hakları olabilir mi?
Tahliyesine müdahil olmadığınız o evlat katili sicilli mütecavizin her vakitte, her yerde ve bilhassa siyasi toplantıların olduğu mekanlarda elini kolunu sallayarak dolaşmasına da mı mani olunamazdı; elbette yasalar çerçevesinde?
Bir de şu husus var. Sayın Bakan’ın “AKP öncesi’’ diyerek anlattığı yıllardan bu ülkenin insanları memnun olmadıkları için gelmişti iktidara AKP. Hatırlatmamız da hoş görülsün.
DEVE YAR KENARINDA, İNSAN YAR YANINDA BELLİ OLUR
“Eskiler, ‘Keçiyi yardan uçuran bir tutam otmuş’ derler. Bakalım Cumhurbaşkanlığı yolunda daha kaç CHP’li siyaset girdabında telef olup gidecek?”
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın partisinin TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmadan alınan bu cümleler geçen hafta gündemi meşgul etmişti.
Sayın Erdoğan’a nutuk yazıcıların, ne kadar deyim veya atasözü, o kadar çok alkış mantığıyla hazırladıkları metinlerde, yukarıya aldığımız örnekte olduğu gibi küçük hatalar da olmaktadır.
İletişim Başkanlığının paylaşımında da “Keçiyi yardan uçuran bir tutum ottur atasözünü hatırlatan…” diye devam eden bir cümle var. Onlar da öyle biliyorlarmış veya öyle kabul etmişler.
Bu ülkenin ilkokul ve ortaokullarının Türkçe derslerinde işlenen ve öğrencilere kompozisyon yazma ödevi verilen atasözümüz, “Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur” ifadelidir.
Sayın Erdoğan’a, niçin ‘’Keçi’’ bilgisini verdiler eskiler üstünden, anlamak zor. Keçi inatçılığına vurgu ise maksatları, bu develi atasözümüz hiç uygun değil.
Keçi bir yarda, yani bir uçurumun dibinde ot görürse ve onu yemek isterse, yardan uçmaz yani atlamaz, insanların keçi yolu diyeceği iniş güzergahını kendi belirler.
Devenin bir yardan inme şansı olmadığından, onun yar dibindeki ota gitmesi, uçma diye tanımlanacak bir düşme olur. Bu da devenin telef olması demektir.
Burada “Uçurum” manasında kullanılan “yar” kelimemizin Türkçemizde iki manası daha var. Biri, her şarkı ve türkümüzde anlatılan “sevgili” manası, diğeri ise “yarmak” fiilinin emir şeklidir. Ona da misali bir türkümüzden verelim: ‘’Yar bağrımı, neler var?’’
Develi atasözümüzün doğrusunu bu izahımızdan sonra, Sayın Erdoğan’ın devam cümlesini okuyoruz.
“Bakalım Cumhurbaşkanlığı yolunda daha kaç CHP’li siyaset girdabında telef olup gidecek?”
Atasözümüzün ışığında bu cümlesini anlamaya çalışırsak Sayın Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığını, yardaki yani uçurumun dibindeki ot benzetmesine geliriz. Devenin yardan uçarak telef olması, “Siyaset girdabında” mücadele eden insanlara Cumhurbaşkanlığı yolu olarak örneklenirse, tartışmalar selef-halef telef üçgeninde sürer gider, şimdi olduğu gibi…