Yazarımız Adnan Öksüz’ün 06 Aralık 2023 tarihli ve “Lütfi Doğan’a rahmetle” başlıklı yazısından şu paragrafı okuyunca MSP’nin ilk seçimi günlerindeki heyecanımı ve muhabbetini hafızama kazıdığım ve fakat adını unuttuğum kutlu bir insanı hatırladım.

‘’Süleyman Demirel başbakandı ve 20 Ekim 1973’te seçim yapılacaktı. Bir gün Sıddık Tivnikli, Yenimahalle’de evini ziyarete geldi. Kendisini tanıtıp, ‘Erzurumluyum!’ dedi. Hâl hatır sorduktan sonra, ‘Benim sizden bir ricam var. Biliyorsunuz Milli Selamet Partisi (MSP) kuruldu. Ben MSP’nin Erzurum il başkanıyım. Sizi Erzurum’dan milletvekili olarak parlamentoya göndermek istiyoruz’ dedi.’’

Sıddık Tivnikli idi adını unuttum dediğim kahraman.

Ekim 1973 seçimlerinin hemen öncesinde Konya’da yapılan ve Türkiye’nin her ilinden katılımın sağlandığı büyük buluşma ve miting gününün akşamında Spor ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen tanışma ve kaynaşma programında görüşmüş ve sohbet etmiştim Sıddık Tivnikli ile.

Ben mi varmıştım yanlarına, yoksa heyecanım oradan oraya savururken, onlar mı önüme çıkmıştı; hatırlamıyorum. Yanındaki arkadaşını da tanıştırmıştı. “İl sekreterimiz” diyerek.

Seçimde zafer beklediğim illerdendi Erzurum. Üst üste sıraladığım sorularıma umudumu pekiştiren cevaplar vermişti.

Milletvekili ve senatör adaylarımızın adlarının hemen hemen her yerde bilindiği günlerdi. Adını çok önceden duyduğumuz Korkut Özal’dan bahsetmişti. Bu yaşıma kadar MSP ve rahmetli Erbakan Hoca’mızı savunmalarımda, hep göz önünde tuttuğum Sıddık Tivnikli cümleleri, kelimesi kelimesine olmasa da mânâ itibariyle şu şekilde kalmıştı aklımda:

“Erbakan Hocam telefon etti. Korkut Özal oraya geliyor. Onu, benim partime yaklaştırmayın, dedi. Fakat biz daha önceden, birinci sıra adaylığı için anlaşmıştık.”

Odalar ve Borsalar Birliği Sekreteri iken Anadolu’ya kazandırdıklarını gazetelerden okuduğumuz, sonra Konya bağımsız milletvekili adaylığından tanıdığımız ve MNP davasında öğrendiğimiz siyasi görüş ve duruşu dolayısıyla hep yanında olacağımız rahmetli Hocamıza, Erzurum il başkanımızın “Hayır” demesinde, güçlü aday, milletvekili sayısını artıracak aday gibi ihtimallere yoğunlaştığımızdan olacak, olumsuzluk bulmamış ve sorumun yönünü senatör adayımıza döndürmüştüm.

Adnan Öksüz’ün milletvekili olarak dediği ve teferruatıyla anlattığı teklifi büyük bir umutla ve sevinçle seslendirmişti.

“Lütfi Doğan hocamızı senatör yapacağız!”

Yazımıza dayanak yaptığımız Adnan Öksüz anlatımının son dört cümlesini de alarak bitiyoruz.

“Lütfi Doğan hoca, 20 Ekim 1973’teki bu seçimlerde senatör seçilir.

Ve bu seçimlerden sonra Millî Görüş’ten bir daha kopmaz.

Önemli sohbet, program ve toplantılarda Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın hemen yanındadır, artık.

Rabbim Lütfi Doğan hocamıza rahmet etsin. Mekânı cennet, makamı âli olsun.”

“Milli Görüş’ten bir daha kopmaz” ve “Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın hemen yanındadır” ifadelerindeki vurgular daha bir dikkatli okunmalıdır.

“Kaybedenlerin kaybettikleri bir gömlek değil, kaybettirdiklerini ise listeler almaz”, demenin Türkçesi, böyle yazılmış olmalı.

BİR ELEMAN VE CİLALI ALGI GAYRETİ

“Milli Güvenlik Kurulu, 29 Kasım 2023 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanmıştır.”

İlk cümlesiyle başlayan ve kararları 7 maddede özetlenen toplantı metni “Kamuoyunun bilgisine saygıyla sunulur” notuyla medyada paylaşılmış.

3’üncü maddede Gazze var.

İsrail’in, zulmünü neticeleriyle er ya da geç yüzleşeceğinin, uluslararası toplumun mesuliyetinin, Türkiye’nin girişimlerine devam edeceğinin vurgulandığı ilk paragraftan sonra, İsrail ve destekçilerine, “Bu menfur eylemlerine” hemen son vermezlerse gelecek nesillere ve bölge dışına taşacak “Bu şiddet sarmalını tetikleyebilecekleri” ihtar edilerek, bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin kurulması şartı hatırlatılmıştır.

Çok takipçisi var iddialı bir gazeteci twit hesabından, öncü sözler söylemeye çalışmak alışkanlığıyla, bu bildiriyi yorumlamış.

Fakat biz önce medyada paylaşılan birkaç haber cümlesini yazacağız.

“Gazze’ye yönelik 7 Ekim’de başlatılan saldırı sonrası, Türkiye’den İsrail’e 272 (İki yüz yetmiş iki) gemi malzeme satıldı. Sosyal medyada ‘İsrail’e sevkiyatı durdur’ kampanyası başlatıldı. Gemi yüklerini ağırlıklı olarak ham petrol ve akaryakıt, demir çelik, çimento ve gıda oluşturuyor.”

Ahmet Davutoğlu’nun Saadet-Gelecek grubunda konuşmasından:

“Şu ana kadar İsrail’e 7 Ekim’den bu yana giden Türk gemisinin sayısı 350’yi geçti. Bu gemilerin kimlikleri tek tek çıkarıldığında birçoğunun AK Parti’yle doğrudan ilişkili iş adamları olduğu ortaya çıkıyor.”

Sayın İbrahim Karagül, twitinin ilk bölümünde, gemileri akıllara düşürmeden amma velakin “Demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan yapabiliriz” nutuklu Sokullu Mehmet Paşa’yı çağrıştırarak, “İsrail, Gazze’de işlediği insanlık dışı suçların sonuçları ile er ya da geç yüzleşecek” cümlesini aldığı Türkçe bildiriyi, Türkçe izah ediyor.

“Türkiye; İsrail’i tehdit ilan etmiştir.

Milli, bölgesel tehlike olarak tanımlamıştır.

Ayrıca; ilişkide olduğu çevreler nedeniyle bundan sonar ‘İç tehdit’ olarak görecektir.

Bu ilk kez oluyor.

Türkiye; Netanyahu ve İsrailli diğer savaş suçlularının peşini bırakmayacaktır.”

Sayın İbrahim Karagül’ün ünlendirilen twitinin ikinci kısmı ise, “Değişim” isteyen bir siyasi partinin taraftarlarından ilhamla yazılmış gibi.

“Cumhuriyet’in 100. yılının ilk sürprizi gelmiştir.

Bu sürprizler devam edecektir.

Dünya artık çok farklı bir Türkiye’ye tanık olacaktır.

Siyasi tarihimiz 100 yıl sonra kendi havzasına dönmüştür.

Unutmayın ve bekleyin: 21. Yüzyılın sürprizi Türkiye’dir!”

Şaşırtma, şaşırtı gibi tanımlarla açıklanan “Sürpriz” kelimesini bir insan çok sevebilir. Lakin bir devletin kısa, uzun, orta vadeli planları olur. Varlığı tarihlerin başlamasından öncesine dayanan bir milletin devleti, ne olacak da “Sürpriz” olacak? Ya da “Sürpriz’’ olmak için niye 21. Yüzyılı bekledik?

100 yıl sonra kendi havzasına dönen tarih... Bu güne kadar hangi havzada idi? Kendimiz kanlarımızla yazmadık mı tarihimizi?

“Dünyanın farklı bir Türkiye’ye tanık olması” da ne demek?

Sayın Bülent Arınç’ın, Başbakan Yardımcısı iken, Sayın Erdoğan’ın Gazze’ye gitmesine karşı çıkan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’e cevap verirken, “Sayın Başbakanı’mızın veya bir Türk yetkilisinin ne zaman, nereye gideceğine hükümetimiz karar verir. Bunun dışında herhangi bir merciden izin almak veya onların olurlarını peşinen kabul etmek durumunda değiliz. Bunu Sayın Kerry’ de bilir, dünya da bilir ki Türkiye ne zaman, ne arzu ediyorsa bun gerçekleştirecek güçtedir” diye anlattığı Türkiye, bizim Türkiye’miz iken...

İddiayı güçlendirmek için kullanılan “Artık” kelimesi ise aynı iktidar döneminde bir devrin bittiğini, yeni bir devrin başladığının vurgusu ise, neden 100. yıl beklendi sorusunu düşürür akıllara.

“Gayri” kelimesine eşdeğer kullanılan “Artık” kelimemizin, Sayın Karagülce izahına bir itiraz sayılır mı bilmem, köyümüzde yaşanmış şu fıkra.

Ali askerden teskere alıp gelmiştir. Anası bir kaç kap yemek yaparak kutlamak ister dönüşünü.

Daha üçüncü tabak sofraya konurken Ali’miz çekilir. “Artık yemem ana!”

Ana şaşkın, ana kırgın, ana bir mana veremiyor, ana isyanlarda.

“Ne artığı Ali’m. Sen geleceksin diye daha bugün pişirdim bu yemekleri. Artık değil.”