Halk ne ister? Halkın gerçek öncelikleri nelerdir? Halk, kendisinin ve ülkesinin iyiliğini mi kötülüğünü mü ister?

Halk, elbette ki kendi refahını, rahatını, huzurunu sağlayacak koşulları ister. Cebindeki paranın, sahip olduğu gelirin istediği gibi bir hayatı sürdürmesine yetsin ister. İhtiyaçlarını giderirken kendisine yetsin, borçlanmak zorunda kalmasın ister. Ay sonu nasıl gelecek, borçlar nasıl ödenecek diye düşünmek istemez. Halkın beklentisi, çocuğunun işsiz kalmamasıdır, eğitimin, sağlığın ücretsiz olması, adaletin herkese eşit şekilde ve hızlıca uygulanması, gelirin adaletli şekilde dağıtılmasıdır. Halk, kendi kıt kanaat kazandığı gelirinden kesilen vergilerin “ona buna” peşkeş çekilmesini, birilerinin zengin edilmesini, yeni zenginler türetilmesini istemez.

Genel manada halk, aslında akılcı ve sonuca odaklıdır. Ortada bir mesele varsa, bu meseleyi kim çözebilecekse ona yetki ve sorumluluk verir. Şansını kullanamayanı, başarılı olamayanı dinlendirir, bir başkasına şans verir. Halk, siyasetin “partizanca” değil de “hizmet odaklı” olması gerektiğinin farkındadır.

Aslına bakılırsa, halk, kimin ne maksatla ve gerekçelerle hangi adımları attığının, hangi sözleri sarf ettiğinin de farkındadır. Dün birbirlerine küfredenlerin bugün can ciğer olmasını da değerlendirir. Halkı kandırmak mümkün değildir. Kendisi dışındaki insanlara hakaret eden, yaftalayanları da es geçmez.

Kendi oyuyla seçilenlerin “herhangi bir geçerli nedene dayanmadan” görevden el çektirilmesinin de farkındadır. Verdiği oyun “çöpe atılmasını” elbet dikkate alır.

Kötü yönetilen ekonominin de farkındadır, bunun üstünün “dış güçler” diye, “küresel operasyon” diye, “fırsatçılar” diye örtülmeye çalışıldığının da… Basının sayıca büyük çoğunluğunun “gerçekleri yazmamaya” ayarlı olduğunu görür ama ses etmez. Dillerinden “algı operasyonu” düşmeyen TV kanallarının “algı”nın feriştahını yaptığını, birer “propaganda memuru”, birer “Türk işi Pravda” olduklarını bilir.

Ekonomik krizin asıl kaybedeninin her zamanki gibi kendisi olacağını da baştan beri biliyordur. Rantiyenin, faizcinin, yandaş müteahhidin, yeni yetme zenginlerin keyfinin bir şekilde tıkırında olacağının, kemer sıkma vazifesinin ise kendisine düşeceğinin de farkındadır. Bu ülkenin gerçek sahibi olarak “gerçek gündemin” neden olduğu fedakarlığı da işsiz kalarak, siftahsız dükkan kapatarak, bankalara mahkum şekilde ay sonunu getirmeye çalışarak, borç içinde yüzerek yerine getirir.

Siyaseti meslek haline getirmiş “menfaatperest” kimselerin “devletin malı deniz” tavırlarını görmezlikten gelir, ses etmez görünür ama bilir neyin ne olduğunu. Altından girilip üstünden çıkıldığı Sayıştay raporlarına yansımış olan belediyelerin yolsuzluk raporlarının da farkındadır. Özelleştirme adı altında özel sektöre tevdi edilen şeker fabrikalarının üretimi ne denli zora soktuğunu da bilir, tahıldan bakliyata ve kırmızı ete  kadar uzanan ithalat anlayışının tarım ve hayvancılığı yavaş yavaş öldürdüğünü de…

Halk, sistem değişikliğinin Türkiye’yi “uçuracağı” ve “koalisyonları bitireceği” ifadelerinin temelsizliğini yaşayarak görmektedir. “Her şeyi tek bir şeye” bağlamanın ne kadar yanlış olduğunu ve istişarenin emredildiği kadar önemli olduğunu adı gibi bilir.

Halk, kendi meselelerinin farkındadır ve “cambaza bak” oyunlarıyla oyalandığını da anında anlar. Ancak, propaganda bombardımanları, algı oyunları, siyasetin cambazlığı bu farkında olma halini bir uykuya dönüştürmektedir.

Gün gelir, uyutulduğunu anlayıp ayıkır muhakkak…