İslami seçip “dönek” yaftasını yiyen ve tüm çevresi tarafından aforoz edilen 68 kuşağının sıkı marxist’inin sağ “şeride” geçmesinin herkeste şok etkisi yarattığını vurgulayarak girmişler, Ulvi Alacakaptın’la yaptıkları şöyleşiye. (İzzetcapablog.com)
Ben de o yıllarda tanımıştım sevgili Ulvi Alacakaptan’ı. Kitaplarımızı yayımlayan Hasan Güneş’in inkilabı’ında ve çalıştığım hastaneye motosikletiyle yaptığı ziyaretlerde sohbetlerimiz oldu. Özellikle motosiklet dedim . O günlerde Ulvi’den başka motosikleti olan sanatçı mı vardı
Çoğu hikayelerimi bir meddah ağzıyla yazmıştım ve ve yazıyordum. Olayların kahramanları çok olsa da, tek kişinin anlatımı ile duygussallık iletişimini yakalıyordum çünkü.
Hep bekledim Ulvi’den şu şu oyunlarını “Meddah Ulvi” olarak oynamak istiyorum, desin. Gerçi biliyordum, Anadolu’yu dolaştığı bir ekibinin olduğunu. Meddah ise tek kişi.
Özel sektörde çalışıyordum. Okula gidiyordu çocuklarım ve kira borcum vardı. Kooperatif hikayeleri yazdığım yıllarda...
Hasan mı çağırmıştı, yoksa ben mi ona uğramdım, hatırlamıyorum. Bir zarf tutuşturdu elime.”
“Bunu Ulvi ağabey bıraktı. Bazı hikayelerinden faydalanmış galiba…”
Yoksa beklediğim olacak mı idi
Hikayelerim canlanacak mı idi bir ustanın ağzında
Lakin Hasan’ın bana söylediği o birkaç kelimeyi nasıl açabilirim, nasıl çoğaltabilirim Bilmiyorum. Aramasını mı beklesem Ulvi’nin
Zarfın önemini de anlatacaktın, itirazınızı duyar gibiyim. Doğru!
O zarfın verdiği rahatlığı Mustafa ağbi’ye (Özdamar) anlattığımda, onun sevinci ise, Ulvi’nin hakbilirliğine idi.
Bunları şimdi neden yazdım
O röportajı okuyup da içinde bizim “Şerid”den hiçbir iz bulamamaya üzüldüğümü söylemek için…
Belki şunu diyebilir sevgili Ulvi: Sorular hep o yandan, önceki hayattandı, mecburen yani. Hem sonra röportajcı da bilmez, sağ şerid hallerini..
Olabilir..
Lakin bir isim, bir cisim, bir cümle de mi çıkmazdı/çıkamazdı bizim mahallemizi çağrıştıran, bizim mahallelilerimizi ilgilendiren, Sevgili Ulvi.
Bunu sormak hakkımızdır.
Fenerbahçe ak’tır bembeyazdır!
UEFA’nın FB’ye ceza vermesini duyuran haberlerde “Polis fezlekesine dayanmak” gibi bir tanım vardı ve benim aklım bu ifadeye takıldı.
Halkın çok şikayetçi olduğu bazı suçlarla ilgili magazinel programlar yapıldığında bir tv kanalında, orada bulunan ve halkın emniyetinden sorumlu olan bir yetkilinin şöyle bir şeyler söylediklerine çok şahit olmuşuzdur.
“Biz yakalıyoruz, yargıya teslim ediyoruz, yargı bırakıyor!”
Elbette o anda “Yargı”nın telefonla bağlanıp neden öyle olduğunu veya olmadığını izah etmesini hiç kimse beklemiyor. Yani dosyaya göre kararların verildiğini herkes biliyor.
UEFA’nın kararına en çok kim sevinecek soru bu.
Bir fezleke “mektupçu”ların sevincine ortak olmamalıydı.
*
“İçimizdeki İrlandalılar”
“İçimizdeki Stockholm sendromlular”
derken,
“İçimizdeki Fransızlar”ı da keşfettik sonunda...
Okumuş çocuklar hepsi, şikayet mektubu yazmakta uzmanlar, maşaallah... Paris görmüşler, Fransızca konuşmuşlar... Altın küpe kulaklarında, platin bilezik kollarında, Platini’de yanlarında...
Bir tek hayalleri var Fransız kalmak...
*
Ünlü “Baba” filminden bir sahne: Görevi devralan oğul Corleone sorar babasına: “Haini nasıl tanıyacağım ”. Bu çok zor soruya kolay bir cevap verir baba: “Sana kim anlaşma aracısı olarak gelirse o!”
UEFA ceza verdiğine göre, diye başlayarak, içlerinde yıllardır biriktirdiklerini köşelerine serenlere sözümüz yok. Herkesin imzası karakteridir çünkü.
“Bu cezayı sahiplen”, “Bu suçu üstlen”, “ Aziz başkan artık bırakmalıdır.”
Aklını verenlerdir benim dikkatimi çekenler. “İki sene nedir, çabuk geçer” diyorlar. Don Corleone’nin işaret ettikleri... FB’li olma etiketleri mi Oğul Corleone’nin tuttuğu da aynı aileden değil mi idi
*
FB yöneticileri hukuk içinde kalarak hakkımızı arayacağız, işlemediğimiz bir suçtan dolayı etiketlenmeyi kabul etmeyeceğiz dedikçe, tek ağızdan, müstehzi bir cevap veriyorlardı: Polis, Savcı, Siyaset, Cemaat, TFF, UEFA, CAS, FİFA vesaire vesaire suçlu; bir siz değilsiniz mi yani
Bu Fransizca cümlenin Türkçeye tercümesi şöyle imiş: Biz çorabı çok sağlam ördük!
*
Düğünlerimiz Kamber’siz olmazdı. Hasret kaldık.
Hangi tweet’e baksak, Fransızların başımıza attığı hangi taşları tutup kaldırsak, altından bir Mehmet Ali çıkıyor!
Ve çıkıp diyorki: Ben haklı çıktım!
Halbuki o, FB’nin gündeminden çıkmalıdır.
İlgilisine not
Anlat hocam diyor Yavuz Donat (31 Ağustos 2013-Sabah)
Sayın Pakdemirli’ye. O da anlatıyor işte.
Özal Side’de yazlıkta... Parti kurma hazırlığında... Önemli konuşmalarını denizde yapıyor.... Yüzerken... Neden
“Ekrem, bizi takip ederler... Dinlerler....Denizde konuşursak kimse dinleyemez”
Kendini çok önemseme yönünü dikkate almadan, T. Özal’ın dinlemeden duyduğu rahatsızlığı anlamaya çalışalım.
O T. Özal, Başbakan olduğunda, önüne konan Erbakan’ı dinleme raporlarını çok okuduğunu (ve adamı Keçeciler’i ölçmeye çalıştığını) çok yazdık bu sütunlarda, bu yazara ve bu anlatanlara dayandırarak.
“Oran”tısız “Baskın”
Hacıbektaş saldırganını gösteriyor tv kanalları, serbest bırakıldığı gün.
“Pişman değilim!”
Söylediği cümle bu. Demekki farkında pişman olunmasını/olmasını gerektiren bir fiil işlediğinin.
“Pişman değilim”
Neden acaba
Yoksa bu akıl, onu korumaları altına alarak, karakollarda nöbet bekleyen CHP milletvekillerinin aklı mı
Bir soru daha: Bu sessizliğin sebebi ne
Neden yazmıyorlar kartel gazeteleri, saldırgana CHP’nin Belediye Başkanlığı teklif ettiğini
Saldırgancağız ya komplekse girerse ...
Mehmet Ali’den neyi eksik
Ya da her yere Mehmet Ali mi yetişmeli
CHP’nin “Baskın” karakterlerinden bir cevap çıkmalı.
Geçmişten bir anı
Bir yaz gecesi, bir ziyafet masası hala gözümün önündedir.
Yabancı memlekette verilmiş bir konferansta kendisine “zalim” denilmesinden üzgündü. Yüz çizgileri, derinleşmiş kaşlarının gölgesi altında, şahsiyetinin kaynağı iki mavi göz elemle buğulanmıştı.
- Ben, dedi, ömrümde bir tavuk kesmedim. Eğer, İstiklal Mahkemelerinin astığı onbeş kişiyi ölümden kurtarmadımsa bu, o on beş kişiye karşı merhametsiz oluşumdan değil, on beş milyon Türk’e karşı çok merhametli oluşumdandır! ( Y.Z.O, 11 Kasım 1954)
Nermin Uslu, Aynur Taner: İkazlarınıza teşekkürler. Günümüzü ve mizahını iyi anlayabilmek ve yarınlara hazır olabilmek için geçmişi iyi bilmek ve çözmek zorundayız.
“Yavrum Mesut”taki ısrarımız iyi bir malzeme olmasından ve onu Silivri’de görmek istememizdendir. O gün gelene kadar peşini bırakmak niyetinde değilim. Yayımlamaya hazırladığım “Yavrum Mesut” kitabından sizlere göndereceğim.
AKP’yi hicvetmemizi de göz ardı etmeyin.Uyarlamalarımızı da hoş görün. Bizim de karikatüristlerimiz olduğunda, bizim daha canlı çizgilerimiz olur. Dualarınızı beklerken... Selam ve saygı...
“Deve yapma”da mahirdirler
Adı: Jessica Stam. Kanadalı. Mesleği modellik.
İstanbul’a daha önce de bir kaç kere gelmiş. İşini yapmış, sonra gezmiş, tozmuş.
Bir Hürriyet yazarı (Gülbahar Karakuş) röportaj yapmış Jessica Stam’la. (29.08.2013 Kelebek ilavesi)
Bir soru üzerine İstanbul hakkındaki kanaatini söylüyor.
“En az dört kere geldim. Çok modern, aynı zamanda da tarihi bir şehir. Aslında hayal ettiğimden oldukça farklı bir yerle karşılaştım”
Son cümlesine dikkat edin Jessica’nın. Röportajcı kızımızda oraya takılmış.
İstanbul hayali olan ve görmeden önce İstanbul araştırması yapan bir Kanadalı kız diyorki:
“Nasıl bir yer hayal etmiştiniz ki ”sorusuna cevap olarak: “Açıkçası daha Müslüman bir şehir olarak hayal etmiştim”.
Daha Müslüman bir şehir...
Çıldırtmaz mı Hürriyet ropörtajcısı bir kızı böyle bir cevap. Üstelik o, nasıl bir yer hayal etmiştin sorusuna, sorguculuğunu ve siz zaten böylesiniz, bizi anlamıyorsunuz aşağılayıcılığının tümünü sokan Hürriyet röportajcısı bir kızı çıldırtmaz mı bu cevap
Çıldırtmış!
Kamçısı elinde bizimkinin. ‘Müslüman bir şehirden kastınız nedir ’ Böyle bir soru karşısında Jessica’cık şöyle bir etrafına bakmıştır, kulaklarım ‘konuş ulan!’ çığlıkları nerden geliyor diyerek...
Sorusunun devamı da var Hürriyet röportajcısının. Aklınca kopya veriyor:
“Bazılarınızın kafasında yollarında develer dolaşan, kadınları çarşaflı gezen bir ülke var.” Kızımızın bazıları dediği öteki Avrupalılar, Amerikalılar, Kanadalılar. Öyle olmadığını, yani develerimizin olmadığını anlat anlat bitiremiyoruz. Sen de onlardan mısın
Elbette sen demiyor röportajcı kızımız. Sorusu nazikçe ama suçlaması oldukça kaba.
‘Siz de mi kafanızda öyle bir resim çizmiştiniz ’
Ne yapsın Jessica’cık. Çok sık seyahat ettiğini, dünyayı gezdiğini söylemesi, kafasının içi hakkında bir kanaat oluşturmamış karşısındakinde. Ben başka Müslüman ülkeler, başka Müslüman şehirler de gördüm, dese, ne değişecek Devenin nerede yaşadığını Kanadalılar bilmiyorlar, cahilliğine mi yansın, onun istediklerini söyleyerek bitirsin mi işi
İkinci şıkkı tercih ediyor Jessica. Yani röportajcı kızın istediğini.
“Evet, itiraf edeyim tam olarak öyle şeyler. Ama düşündüğüm gibi değil. (Hani sen develeri ve çarşaflı kadınları hayal ettiğimi okuyuvermiştin ya) Meğer çok stil sahibi ve modern bir şehirmiş.”
Jessica’cığın son cümlesini, ah şehrimizi ziyaret eden herkese söyletebilirsek .. Ama nerde bulacağız her seyyaha bir Hürriyet röportajcısı
Ha sahi bu röportajcı kızın aklına deve nerden geldi Eğitimini bu ülkede yapmışsa ve çalıştığı kartel gazetelerini okuyarak büyümüşse, yollarda sakallı, şalvarlı, tesbihli, beyaz dişli irticacı adamlar mı hayal ettin diye sormalı değil mi idi