Allahu Teâlâ (c.c) İSLAM’I bize, dünyada ve ahirette mutlu olabilmemiz için son Kitabı ve Elçisiyle (s.a.v) lütuf ve merhametinden bir nizam, bir yol, bir hayat tarzı olsun diye göndermiştir. Adalet, barış ve huzurlu bir hayat sürerek, ahirette de mutlu olabilmemiz için... İhtiyacımız olan hükümler, emir ve yasaklar; ilkeler, bilgiler yanında bir de “mizan” indirmiş, her şeyi ölçüyle yaratan, her şey için de bir ölçek (mizan) koymuş, bildirmiştir. Bizler de hayatımızda bu ilahi mizan ile iyi-kötü, doğru-yanlış, hayır-şer, hak-batıl, güzel-çirkin, yararlı-zararlı, adalet-zulüm ayrım ve farklılıklarını ölçü olarak kullanmak durumundayız. Bu birbirinin zıddı kavramları kullanırken ilahi mizana göre değerlendirmek, konumlandırmak durumundayız. Çünkü biz O’nun nizamına da mizanına da “evet”, “belâ” demişiz. O’nun yolundan, nizamından ve mizanından başka nizam, yol ve mizan kabul etmeyeceğimize söz vermiş, ahidleşmişiz. (Araf,172). O halde vahiy eğer bir şeyde, konuda bir söz söylemişse bize düşen yalnızca “lebbeyk”, “işittik-itaat ettik” demek, teslim olmaktır. O’nun dostumuz ve düşmanlarımızla ilgili ölçüsüne uymazsak dostu-düşmanı nasıl ayırt edebiliriz? Özetle bir konu, bir kimse veya iş hakkında fikir, görüş, hüküm ifade ederken, kanaatimizi açıklarken bunu kendi hevamıza göre değil; vahye göre uyarlamaya gayret edeceğiz ki, görüşümüz, değerlendirmemiz doğru ve hak olsun. Yoksa şaşırırız. Yanlış yaparız. Zararını da çekeriz. Yanlış terazi (heva) ile doğru tartmamız, ölçmemiz mümkün olur mu? Terazimiz; yanılmaz, şaşırmaz, hata ve yanlış yapmaz ilahi/vahyi terazi (mizan) olmalı. Ve biz insanlar bir konuda doğru bilgi sahibi olmadan da doğru karar veremeyiz. Yanlış bilgiler, düşünceler bizi yanlış kanaatlere, yollara götürebilir. Hele günümüzde “medya” etkisi ve gücüyle insanlar her istikamete kolaylıkla yönlendirilip, algı operasyonlarıyla bombardıman altındayken, sağlıklı görüş ne kadar ortaya çıkabilir?.. Hemen hepimiz, herkes “sen değil, siz değil; ben veya biz haklıyız, doğrudayız…” tartışmaları havada uçuşuyor. Allah-u Teâlâ’nın hükmü karşısında hiçbir kimsenin, buna aykırı hüküm verme hakkı ve haddi olmadığı gibi, O’nun ölçüsüne aykırı hiçbir görüş sahibi olma hakkı da haddi de yoktur… Müslümanlık bunu gerektirmiyor mu?.. İşte konumuzla ilgili ayetlerden örnekler:

Tağutlara, şeytana, nefse itaate hayır! (Bakara, 256/Yasin, 60/Furkan,43)

Zulme, kula kulluğa, zillete hayır! (Hud,26-113/Tevbe,31/Mücadele,20)

Faize, fuhşa, yalana, talana hayır! (Bakara,279/Nahl,90)

Batıla, batılılaşmaya, AB’ye, NATO’ya hayır! (Enfal,73)

Kamplaşmaya, husumete, sömürüye hayır! (Al-i İmran,103)

İfsada, isyana, harama, bencilliğe, kibre hayır! (Bakara,205/Nahl,90)

Şirke, israfa, ölçü tartıda hileye hayır! (Lokman,13/Araf,31/Mutaffifin,1)

Yahudilerin, Hristiyanların velayetine ve yoluna hayır! (Maide,51/Fatiha,7)

Egemenliğin devrine, ülkemizin bölünmesine hayır! (Maide,51)

Eğer O’nun düşmanlarını dost edinirsek veya dostlarını düşman edinirsek, halimiz nice olur? Hangi safta oluruz?.. Neyi kazanır neyi kaybederiz?!. Ya vahye uyacağız veya vahyi hevamıza uyduracağız… Herkes kendi görüşünü (heva) beğendiği zaman vahye

uyulmadığı ahir zamandayız ve kıyamet yakın demektir. Bu fitne zamanında doğruyu, haklıyı nasıl bilebilecek, bulabileceğiz? Vahye, İSLAM’A (Kur’an ve Sünnete) başvurmaktan başka çaremiz mi var?

Bizim dost ve düşman kriterlerimizi AB, ABD belirlerse biz ne yapacağız, ne yapmalıyız? İslam’ın kriterleriyle kulların kriterleri arasındaki tercihimiz bizi nerelere, nereye getirebilir?.. İşte bugün bu sorunu yaşamıyor muyuz? PKK, PYD terörist değil mi?.. Diyen kim, tanımlayan kim? Terörist kim? Peki teröristi tanımlayanların kendisi terörist (zalim, müfsid, emperyalist) ise, durum ne olacak? Hatta terörizmi üreten de, pazarlayan da, kullanan da aynı fesad merkezi olduğunda dünya bugünkü gibi olmaz mıydı? Firavun, döneminin en büyük müsfitlerinden olmasına rağmen Hz. Musa (a.s) mı bozguncu / müsfid olarak tanıtmıyor muydu? Hem ifsad ediyor, hem de muslih görünüyor… Aynı Firavun zihniyeti sürüyor ve Firavunlar da Musa (A.S) taraftarları da var. Kıyamete kadar da bu çatışma, mücadele sürecek. Sonunda kimin kazanacağı belli. Ama biz bugün hangi saftayız? Rahman safından mıyız, şeytan safından mı? Hakla –batılı, doğruyu yanlışı, hayrı şerri nasıl seçebileceğiz?.. Faizsiz lokmanın neredeyse kalmadığı, besmelesiz, batıcı, materyalist eğitimin “Ha Babam” sınıfından hayata atılanlar olarak bu seçimi yapabilmek ne kadar mümkün? Doğru görüşün geçerli olmadığı, maddi gücü olanın “haklı görünebildiği, çakma/taklit ürünlerin gerçeklerinin önüne geçtiği, zehirlerin altın tepside sunulabildiği, altınların da teneke olarak pazarlanabildiği bir piyasada, ortamda. Emin kimselerin hain, hainlerin, yalancıların da emin gösterildiği bir ortamda sağlıklı düşünebilmek, karar verebilmek ne kadar mümkünse işte o kadar karar alınabilecek…

Bilinen en ideal anayasa örneği “Medine Vesikası”dır. Ayrı kimliklerin bir arada barışık yaşayabilecekleri bir belge, uzlaşma, adalet belgesi. Bu ifadeler “laiklik”le bağdaşır mı? “Anayasada egemenlik, bağımsızlık, bütünlük… Hepsinden geçebiliriz, ama laiklikten asla.” Çünkü laikçilik ideolojisi ülkemizde “dinleşmiş”tir. Tartışılamaz.

Ey Egemenliğin sahibi olduğu iddia edilen millet! Egemenlikten, bağımsızlıktan ve bütünlükten sen mi vazgeçiyorsun? Laikliği sen mi istedin? Sen mi koydun? Bu konu niye gündeme getirilemiyor?

1982 Anayasa referandumunda “hayır” diyenlere “hain” deniliyordu. Biz bu “hayır”ın hainlerindendik. Otuz beş yıl sonra kaç kez değiştirilen Anayasa yine “evet” için görücüye çıkarıldı… Yine aynı söylem; “Hayır diyenler” haindir. Bu kadar şaşkınlık, bu kadar şarlatanlık, aldatma, şaşırtma olur mu? Bu kardeşinizin ailesinin büyük bir bölümü “evet” demeyi düşünerek hıyaneti tercih etmese de, biz yine “hainlerden” olmaya devam edeceğiz. Biz “evet” in iddia edildiğinin aksine hiçbir sorunumuzu çözmeyeceğine, tam tersine “bölünme” gibi yeni sorunları başımıza bela edeceğine inanıyoruz. İkiz yasalar gibi bu değişikliğin de bölücülere büyük cesaret ve kuvvet vereceğine inanıyoruz. İkiz yasaların anayasal dayanağı 123. maddedeki değişikliklerle sağlanmak isteniyor.

Avrupa’daki dost (?!) ve ortaklarımızın da “hayır”a destek söylemleriyle “evet”e dolaylı olarak destek verdiklerine inanıyoruz. Onların halkımızın eğilimlerini bilmeyecek, ölçmeyecek durumda olduklarını söylemek mümkün mü? TBMM üstünde uçakla bombalanmamıza kadar içimize nüfuz edebilmiş düşmanlarımız bizim temayüllerimizi kanalize edebilecek, yönlendirebilecek donanımda ve faaliyette değiller mi? Siyonizm’in hem muhafazakar hem de ulusalcılarımızı bile kendi amaçları doğrultusunda işbirliğine, siyasete ikna edebileceğini düşünüyoruz. İşte İsrail’le en son yapılan “Mavi Marmara” şehitleriyle ilgili antlaşma/yasa bunun örneği değil mi? 

Siyasi iktidarın kutuplaştırıcı, ötekileştirici, yeni düşman edinmeye yönelik kampanyasının da ülkemize hayır getirmeyeceğine inanıyoruz. “Evet”le hiçbir sorunumuz çözümlenemez. On beş yıldır tek başına istediği yasaları, kararları alabilecek güçteyken niçin sorunlarımızı çözmediniz sorusunu soruyoruz. Kandırılmaya, aldatılmaya, oyalanmaya HAYIR! Kaç konuda kaç kez “aldatıldık, yanıltıldık” mazeretlerinin yarın da karşımıza çıkmayacağından emin değiliz. Yine, seçilmiş Mursi’lerin yerine, atanmış Sisi’lerin (işbirlikçilerin) getirilmeyeceğinden de emin değiliz. İşte bu nedenlerle HAYIR’dayız vesselam.