“Sorumluluk makamı” diye bir tabir var. Türk müziği makamları gibi bir şey değil, Türk siyasetine has bir makam ama! İşgal edilen “makam”la, o makamın getirdiği “sorumluluk” arasında bir bağ kuruyor bu tabir. Makamın, sorumluluktan azade olmadığını, tam tersine sorumluluk yüklenme yeri olduğunu belirtiyor.

İcra makamında iseniz, eylemlerinizle toplumu sevk ve idare ediyor, politikalarınızla insanların hayatlarına doğrudan etki ediyorsanız, yaptığınız veya yapmadığınız işlerle olumlu veya olumsuz birtakım sonuçlara neden oluyorsanız, ister istemez bir sorumluluğunuz da oluşuyor demektir.

İdare edenlerin, idare edilenlerin farkı üstlendikleri “yetki” ve “sorumluluk”tur zaten. O yetkilerin verilmesinin nedeni, toplumun diğer fertlerine “hava atmak”, kendini diğerlerinden “üstün görmek” veya “gösteriş yapmak” için değildir. Yetkiler, sorumluluklarla doğru orantılıdır. Bu yetkilerin sayısını artması demek, sorumlulukların da katlanması sonucunu doğurur.

Seçilmiş olan idareciler, halkın vekili iddiasındaysalar şayet, o zaman ellerindeki yetkiyi de göz önünde bulundurarak topluma karşı sorumluluklarının farkında olmaları gerekir.

Kendi yanlış ekonomi politikalarının neticesi olarak yüksek enflasyon ve hızlı bir fakirleşme yaşandığı halde, suçu ve hatayı kendinde görmemek diye bir şey olamaz mesela. “Enflasyonla mücadele” adı altında tüm faturayı halkın üzerine yıkarak da bu sorumluluktan kaçılamaz.

Aynı şekilde, tüm suçu depocuya, pazarcıya, marketçiye atarak veya “birileri fahiş fiyat uyguluyor” diye bahanelerin arkasına sığınarak da sorumluluktan kaçılamaz. Fahiş fiyat uygulayan varsa, onlara gereken cezayı kesecek ve bu mekanizmayı engelleyecek yetkiler de kamu otoritesinin elinde bulunmaktadır.

Türkiye’de son yıllarda meydana gelen büyük faciaların hemen hiçbirinde kamuoyunu ikna edecek ve toplumun adalet duygusunu giderecek bir şekilde “sorumluların hesap vermesi”ne tanık olunamadı. Soma’da 301 kişinin hayatını kaybettiği maden faciasında da, Çorlu tren kazasında da, Kahramanmaraş depremlerinde de toplumun adalet duygusunu tatmin edecek şekilde bir “hesap verilmedi. Arada daha birçok irili ufaklı facia da var elbette.

Sorumlu diye birkaç kişi, birkaç görevli kamuoyunun önüne atıldı ama hiç ama hiç bu işlerin idari bağlantıları söz konusu edilmedi. Madem bir sorumluluk silsilesi var, o halde bunun kamu ayakları neden gündeme gelmiyor?

Depremde birkaç müteahhit adalet önüne çıkarıldı ancak mesela “imar affı” adı altında kaçak yapıların bir ücret karşılığı yasallaştırılmasının sorumluluğunu kimse üzerine almadı. Burada bir yanlışlık yok mu?

Son olarak Bolu Kartalkaya’da yaşanan yangın faciasında, enteresan bir şekilde “sorumlunun 10 gün içinde tespit edileceği” söylendi mesela. Mevzuatı açıp bakmak 10 gün sürüyor herhalde! Halbuki iki seçenek var zaten, ya bakanlığın ya da belediyenin uhdesinde bir sorumluluk bu ve süreç ilerledikçe bunun Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda olduğu ortaya çıktı. 

Konuyla ilgili olarak birçok kişi gözaltına alındı, bazıları tutuklandı ancak esas sorumlu olduğu iktidar partisi mensupları tarafından dile getirilen makam, bir türlü sorumluluğu üstlenmiyor. “Sorumluluk makamı” olup da sorumluluktan münezzeh olunması da, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine özgü bir haslet herhalde.

Hastane sahibi Sağlık Bakanı, özel okul sahibi Milli Eğitim Bakanı ve tur şirketi sahibi Turizm Bakanı’nı yadırgamayan toplum, sorumluluktan münezzeh yetkilileri garipsemiyor haliyle.