Türk ekonomisinin enflasyon gibi başat bir sorunu, yapısal sorunları gibi öteden beri süregelen meseleleri yanında çok kritik ama yeteri kadar gündem olamayan, toplumsal ayağa da sahip sıkıntıları da mevcut. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir:
- “Orta direk” olarak anılan toplumsal sınıfların yüksek enflasyonla birlikte artan pahalılık ve geçim sıkıntısına yenik düşmesi, tabiri caizse orta direğin ölmesi. Yetmezmiş gibi 2021’de mantıksız bir “faiz indirimi” sonucu patlayan enflasyonu düşürme programının tüm maliyetinin tüm toplumu olduğu gibi bu kesimleri de ezip geçmesi. Türkiye’nin yetişmiş insan gücünün neredeyse karnını doyurmakta zorlanır bir noktaya gelmesi, ki bunun yansıması da gençler arasında ortaya çıkan “okuyup da aç mı kalalım?” ön yargısıdır.
- Gelir dağılımının iyice bozulması, bunun yanında fakir ve orta gelirli kesimlerden zengin kesimlere doğru aleni bir servet transferinin yaşanması. Bunun neticesinde toplumda yüzü gülen tek kesimin faizciler ve rantiye olması, toplumun yüzde 20-25 ile yüzde 75-80’i arasında tam bir zıtlığın hüküm sürmesi. Bir kesim tabiri caizse “bir eli yağda, bir eli balda” iken, geriye kalan büyük çoğunluğun bankalara, kredilere, kartlara olan borçlara batması, ay sonunu getirmek için yeni borçlar araması, hem bireysel hem de kurumsal batakların sayılarının artması, geleceğe umutla bakabilen kişi sayısının giderek azalması.
- Ev sahipliği oranının gerilemesi, ücretliler ve sabit gelirliler için ev sahibi olmanın neredeyse imkansız hale gelmesi, bununla birlikte “kiralar” başlığı altında yepyeni bir sorunumuzun daha olması. Normal koşullarda yüzde 20-25 olması gereken kiranın maaşa oranının yüzde 40-50’lere tırmanması. Bu yeni toplumsal sorunla ilgili neredeyse hiçbir tedbir alınmaması, tamamen kendi haline terk edilmesi.
- Doğurganlığın tarihin en dip seviyesine gerilemesi. Nüfusun yenilenme hızının kritik seviye olan yüzde 2,1’in çok çok altına inerek yüzde 1,48’e gerilemesi. Bunun sosyal, kültürel gerekçeleri olduğu gibi başta gelen nedenlerinden birisi de ekonomik koşullardır. Ekonomik nedenleri söz konusu etmeyip de meseleyi “şimdiki gençler gezip tozmak istiyor, evlenmek istemiyor” kolaycılığına indirgemek kendini kandırmaktır sadece. Evlenirken katlanılması gerekli maliyetlerin korkunç seviyelere ulaşması, kiraların akıl mantık sınırlarını aşması yanında iki kişi çalışsa ancak geçinecek noktaya gelebilmeleri de insanların gözünü korkutmakta. Kötü ekonominin toplumda bozmayacağı hiçbir denge veya mekanizma yoktur. Son zamanlarda resmen patlama yaşanan gençler hatta çocuk yaştakiler arasındaki suça meyilli olma halini dahi kötü ekonomiden bağımsız görmek mümkün değil.
- Faize bulaşmak istemeyen, bankanın önünden bile geçmek istemeyen insanların bile faizse bir şekilde bulaştırılması, borç batağındaki insanların bankalara muhtaç edilmesi, ekonomide kazanan tek kesimini faizciler ve rantiye olması.
- Daha önceden asgari ücretliler için kurulan cümlelerin artık emekliler için kurulur olması. Emeklilerin tarihte görülmemiş bir sefalet ve perişanlığa itilmeleri. En düşük emekli maaşının 16 bin 800 lira gibi utanç verici bir rakam olması ve milyonlarca insanın da bu rakama veya biraz üstüne talim etmesi, sadece 600-700 bin kişinin 25 bin liradan (yani açlık sınırı civarı) fazla emekli maaşı alabilmesi.
- Son günlerde gözlemlenen bir duruma göre, başkentte emeklilerin günlüğü 200 ila 700 lira olan otellerde barınmaya başlaması. Tek bir odada kalan insanlar böylelikle güç yetiremedikleri kiralarla böyle başa çıkmaya ve hayatta kalmaya çalışıyor. Bu durum, hem kontrolden çıkan kiralar özelinde barınma sorununun hem de sefalete mahkum edilen emekliler sorununun hayli ciddi bir noktaya vardığına delalet.
Bu maddelere eklenecek daha birçok gündemde yeteri kadar yer edinememiş hususlar da söz konusudur. Ama en azından bunları dile getirmek ve çözüme dair net öneriler sunmak da tüm siyasi partilerin halka karşı en öncelikli model olmalıdır.