Mutlaka kaydetmeliydim.

Ama hangi rüya deklanşöre sığabilir ki.

Ne kadar arzu edersiniz bir kameraya çekip tekrar tekrar seyretmeyi.

Fakat ancak anımsanabilir, hafızanın kabristanına itelenmez ise eğer.

Bir de hatırlamak istemediğimiz rüyalarımız.

Karanlık, sevdiklerimizi kaybettiren, hüzün dolu rüyalardan uyandığımızda ne kadar seviniriz.

Çok şükür sadece rüyaymış deriz ama etkisinden kurtulmak mümkün müdür.

Ya da serin derelerden, engin okyanuslardan, çiçekli kırlardan haber sorulanı.

Rüya galiba en fazla gençlerin yoldaşı.

Ki tutup sınavlarından, iş görüşmelerinden, izdivaç adaylarından sonuçlar sorduğu.

Tüccarın da para kokulu, fazla değerli olmayan bir rüyası var elbet.

Mallarını sattığı, daha daha fazla kâr getiren, bir türlü doymak bilmediği farklı işlere sarkmaktan geri durmadığı, hep büyümeyi, hep azmanlaşmayı umduğu rüyaları.

Siyasilerin dokuz doğurduğu, seçim arifelerini bir karabasana boğan, hiç uyutmayan, uyanık görülen rüyalar.

Bazen göz açık hatta baş yastığa konmadan öyle uzun, öyle renkli hatta bol dramalı, hayli emekle kozalanmış rüyalarında; siyasetçi mazbatasını elinin altında bulmuştur bile.

Onca güzel rüya haber vermiştir, şehrin kalesine varılıp kalebendler salıverilip aile bayrağının dikildiği bile görülmüştür.

Yoksa yalan mı söylemiştir rüya yazıcılar.

Halk deyişi ile tavuk düşünde darı mı görmüştür.

Bir bilgeye koşulup rüya tefsir bile ettirilmiştir, bilge susmuştur gerçi.

Kaleye aile amblemli bayrak çekilmesi sandığın gibi dünyevi değil uhrevi zaferdir dese küplere binecektir siyasetçi.

Sustukça bilge, kendi galibiyetine yormuştur ancak sonuçlar açıklanınca anlamıştır neden sustuğunu.

Genç kız, o salih delikanlı için istihare rüyasına yattığında ne kadar şaşkındır, sükûtu hayale uğramıştır.

Korkunç sahneler, ona salih gençten, “hazer et” mi demektedir.

Oysa kandırmaca, mızıkçı, şaşırtıcı rüyalardır.

Yine bilge bir yaşlı hanım restore edecektir yıkılmış, şüphelere düşmüş, korkmuş kalbi.

“Hayır, yavrum, o gördüğün cesetler, uzun bir ömür ve aşk dolu yarınlardır”, deyip noktayı koymuştur.

Bunca konuya girdim de o sanat ağırlıklı rüyamı hala kelimelerle kaydetmedim.

Hicaz’dayım.

Büyük bir deniz kenarındayım adam boyu dalgalar sokranmakta.

Fakat vahşi, ürperten değil tam da hicaz renkli.

Yeşil, mavi, beyaz karışımı, gökyüzü alaşımlı, sıcak sular.

Denizin içinde sahile yakın bir Ortadoğu mezar yapısı.

Kürrâseler, mistarlar uçuşmakta.

İnsanlar neceftaşı döşeli sahilden bir yalvaç ya da zaviyedârın mezarına doğru yüzüyorlar.

Bir efsaneyi paylaşıyorlar, mezarın içinde  “pinhan hazine” vardır.

Rüyanın estetiği, sanat ağırlığı çok fazla.

Hiç denizde mezar olur mu, dalgalar onu ayakta bırakır mı

Hazineyi orada tutar mı hırçın, cühhal dalgalar.

Vura vura dört bir yana saçılan, denizin dibinde karanlıklara garkolan, kaybolan hazinemiz, değerlerimiz.

Hazine Ortadoğu da elbet.

Sanatımız, mimarimiz, musıkimiz, sözümüz, yazımız, mistik mirasımız bizi bağlayan o kutlu değerler hazinesi sadece Ortadoğu’ da.

Hicaz, deniz, sanat, hazine, kültürel miras bir rüyada kodlanan değerler.

Hoyratça kaybolmasını seyredemeyeceğimiz fazail.

Bizlere düşen bu billûr uygarlığı; tescildir, tebcildir.