Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Sayın Oktay Saral’ın, II. Abdülhamid Han üzerinden yaptığı tarihsel hatırlatma, ilk bakışta ibretliktir. Evet, Abdülhamid Han’a karşı içeriden ve dışarıdan yıllarca nefret örgütlenmiş, “hürriyet” ve “reform” sloganlarıyla alkışlanan bir süreç işletilmiş ve neticede Osmanlı Devleti, kendi içinden çıkan aktörler eliyle başsız bırakılmıştır. Bu yönüyle anlatılanlar doğrudur ve tarihimizin en acı sayfalarından biridir.
Ancak mesele tam da burada başlar.
Tarih, yalnızca benzetme yapmak için değil; kimin nerede durduğunu doğru tespit etmek için okunur. Aksi hâlde ibret diye sunulan örnek, hakikatin üzerini örten bir perdeye dönüşür. Çünkü tarih, niyet beyanlarına değil; ortaya çıkan sonuçlara bakarak hüküm verir.
II. Abdülhamid Han’ı kim devirdi?
Onu doğrudan emperyalist güçler değil; kendi himayesinde yetişmiş, “yenilik”, “özgürlük” ve “kurtuluş” söylemleriyle hareket eden genç paşalar devirdi. Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşa; Halife’yi devre dışı bırakarak Osmanlı’nın siyasi yönünü değiştirdi. Abdülhamid Han Selanik’e sürgün edilirken, devletin direği de yerinden oynatıldı. Sonrası işgal, parçalanma ve yıkım oldu.
Bu tarihsel gerçek göz ardı edilirse, yapılan benzetme yanlış yere oturur.
Çünkü bugün Abdülhamid Han’a benzetilmesi gereken isim iktidarda olan değil; iktidardan düşürülen kişidir.
O isim, merhum Necmettin Erbakan’dır.
Erbakan Hoca; Batı merkezli küresel düzene açık itiraz getiren, İslam ülkelerini bir araya getirmeyi hedefleyen, D-8 gibi tarihsel bir adımı hayata geçiren bir liderdi. Bangladeş’ten Malezya’ya, İran’dan Nijerya’ya kadar sekiz Müslüman ülkeyi aynı masa etrafında toplaması, yalnızca ekonomik değil; siyasi ve medeniyet merkezli bir çıkıştı. Bu hamle, ABD’yi ve İsrail’i rahatsız etti; Batılı güç merkezlerini yeni planlar yapmaya sevk etti. Nitekim Refahyol Hükûmeti’ne karşı 28 Şubat süreci devreye sokuldu.
Peki Erbakan Hoca yalnız mı bırakıldı?
Evet. Abdülhamid Han’da olduğu gibi, onu da dışarıdan gelen baskılardan önce içeriden başlayan bir kuşatma yalnızlaştırdı.
Tıpkı Abdülhamid Han’ın yaşadıkları gibi, Erbakan Hoca da kendi içinden çıkan “yenilikçi” kadrolar tarafından zayıflatıldı. Millî Görüş bölündü. Bu bölünme Batı başkentlerinde memnuniyetle karşılandı. ABD basını süreci “ılımlı dönüşüm” olarak sundu. Yeni kadrolar sistemle uyumlu bulundu.
İşte bu noktada tarihsel benzetmenin yönü netleşmektedir.
Bugünkü iktidar Abdülhamid Han’la benzeştirilecekse, bu benzetmenin dikkatle yapılması gerekir. Çünkü Abdülhamid Han, dış baskılara rağmen İslam dünyasının merkezini ve yönünü korumaya çalışan bir iradeyi temsil ediyordu. Oysa bugün ortaya çıkan tabloya sonuçları itibarıyla bakıldığında; devletin yönünün değiştiği, ümmet perspektifinin giderek zayıfladığı ve Batı merkezli projelerle uyumun esas alındığı bir süreç yaşandığı görülmektedir. Bu noktada mesele kişisel niyetler değil, ortaya çıkan siyasal neticelerdir. Tarih de zaten niyet beyanlarına değil, sonuçlara bakarak hüküm verir.
Bu çerçevede, merhum Erbakan Hoca’nın yanında siyaset yaparak yetişen Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın, zamanla Millî Görüş’ün kurucu çizgisinden farklı bir yön tayin etmiş olmaları, tarihsel benzetmeyi Abdülhamid Han’dan ziyade; onu “yenilik”, “reform” ve “zorunlu değişim” söylemleriyle tasfiye eden Talat, Enver ve Cemal Paşaların çizgisine daha yakın hâle getirmektedir.
Bu benzetme bir itham değildir.
Bu, tarihin yön değiştiren siyasal tercihlere dair yaptığı soğukkanlı bir muhasebedir.
Nasıl ki Abdülhamid Han’ın tasfiyesi “devleti kurtarma” iddiasıyla yapılmış ama sonuçta devlet dağılmışsa; bugün de benzer söylemlerle Millî Görüş çizgisi siyaset sahnesinden dışlanmış, Erbakan Hoca yalnızlaştırılmış ve nihayetinde tasfiye edilmiştir.
Bu nedenle Sayın Saral’a saygıyla şunu ifade etmek gerekir:
Anlattığınız tarih doğrudur.
Ancak bu tarihten çıkarılan sonuç yanlıştır.
II. Abdülhamid örneği, bugünkü iktidarın değil; merhum Erbakan Hoca’nın başına gelenlerin birebir tekerrürüdür.
Tarih bize şunu öğretir:
Beka meselesi kişilere sadakatle değil, ilkelere sadakatle ölçülür.
Asıl sadakat koltuğa değil, davaya gösterilir.
Ve tarih önünde kaybedenler;
eleştirenler değil,
yanlış yerde saf tutanlar olur.
