Genel ve nesnel bir tespit bağlamında emeğin servetin kaynağı olarak görülmesi bir açıdan zorunlu ve açıklayıcı sayılabilir. Çünkü insan, içinde yaşadığı dünyada, toplumda, hayatın akışı sürecinde var olan olguları, ortaya çıkan, gerçekleşen olayları, değişen durumları merak eder, sorgular, araştırır, açıklar, değerlendirir ve yorumlar. Doğal olarak tanımlanan olgular ve olaylardan toplumsal olarak nitelendirilen olgular ve olaylar, merak etme, sorgulama, araştırma, açıklama, değerlendirme ve yorumlama bakımından birtakım farklılık, ayrılık gösterirler. Söz konusu olan farklılığın ya da ayrılığın nedeni, özellikle toplumsal olgu ve olayların kültür, dolayısıyla değer denilen ölçütler ile koparılamaz bir ilişkiyi içermesidir. Söz gelimi emeğiyle belli bir servet edinmiş bir kimsenin, emeğini kullanış biçimi dini, ahlaki, hukuki, iktisadi değerler açısından sorgulanabilir, açıklanabilir, değerlendirilebilir ve yorumlanabilir. Mesela bir iş yeri sahibi işletmesinde çalışan, üretime katkı sağlayan bir emek sahibine karşı birtakım görevleri, yükümlülükleri yerine getirmek durumundadır. Bu görev veya yükümlülüklerin başında insan haysiyeti ya da onuru, emeğin maddi ve manevi değeri, yaşamanın asgari şartlarının gerçekleştirilmesi gibi ölçütlere belirleyici bir nitelik kazandırılır. Nitekim çalışma hayatında “asgari ücret” olarak tanımlanan ölçüt böyledir. Bu ölçüt sadece emeğin maddi yönünü tespit etme anlamına gelmez, ayrıca emek sahibinin salt insan olma durumundan kaynaklanan insan onuruyla da sıkı bir ilişki içindedir. İnsan onuru, aynı zamanda insanın yaşama, seçim yapma, karar verme, toplum içindeki konumunun belirlenmesi gibi durumlarla da bağlantılıdır.

Kuşkusuz emeğiyle belli bir servete sahip olmuş bir kimse dikkat çeker, farklı değerlendirme ve yorumların konusu olur. Ancak bu değerlendirme ve yorumların toplum tarafından tasdik edilmesi, onaylanması, kabul edilmesi, kısaca emek ile onun sonucu olan servetin meşruiyet kazanması başlı başına ayrı bir durumdur. Söz gelimi, bir kimse kendi maddi gücüne, olması gereken iyi niyet ilkesine aykırı hile, yalan-dolan gibi zihni kurgulamalara dayanarak belli bir servet edinebilir, ama bu insani ve toplumsal değerler ölçeğinde kabul görmez, meşru sayılmaz. Onun için dini, ahlaki, hukuki birtakım ölçütler tarafından o servetin tanınır olması şartı aranır. Tarihte bu türden örneklere rastlamak mümkündür. Eşkıyalık veya korsanlık gibi yollarla servet edinmiş bazı kişiler, dönemlerinin iktidarlarına veya topluma yardım, bağış adı altında davranışlarda bulunarak kabul görmüşler, meşruiyet kazanmışlardır. Ne var ki, olumlu sayılan bu davranışlar onların konumlarını kökten değiştirmiş, ortadan kaldırmış değildir, sadece belli bir davranışı onaylanmıştır.

Öte yandan belli bir servete sahip olma durumu, sadece bireysel açıdan kabul ve ret konusu olmakla sınırlı tutulamaz. Aksine toplumun genel düzeyi üzerinde belli bir servet düzeyine ulaşma, kaçınılmaz olarak hem o toplumun maddi ve manevi değerlerini sorgulama, araştırma, açıklama, değerlendirme ve yorumlama sorununu beraberinde getirir. Hem de o toplumun bu tür sorunlara karşı gösterdiği tavrı, duyarlığı, tepkiyi belirler. Bir başka ifadeyle, o toplumun sahip olduğu var sayılan değerlerin ne ölçüde işler ve işlevsel, hayatı yönlendirir ve yönetir nitelikte bulunduğunun tespitini sağlar. Sahabeden Ebu Zer’in (r.a), Medine’de iki katlı ev yapımına tepki göstermesi, bu bakımdan üzerinde çok yönlü tartışılacak somut bir örnektir ve servetin kullanımı bakımından toplumsal değerin belirleyici niteliğine yapılan bir vurgudur.