Türkiye’nin siyasal ve gündelik dilinde en çok dolaşan sözcüklerden biri hiç şüphesiz “operasyon” sözcüğüdür. Artık neredeyse “olağan”ın adı: Birileri birilerine “operasyon” çekiyor, bir yerde “operasyon” dönüyor, bazen de herkes birbirinden “operasyon” bekliyor. Kelime, ağırlıklı olarak siyasetin, güvenlik bürokrasisinin ve medya dilinin icadı gibi görünse de çoktan gündelik hayatımıza da sirayet etmiş durumda. Bir arkadaş grubunda dahi, sessizce kurulan bir ittifak yahut ima yoluyla geliştirilen bir taktik için “bana operasyon çektiler” ifadesini işitebiliriz.

Sizinle “operasyon”un etimolojik kökenine, siyasal kullanım biçimlerine, Türkiye’de devlet geleneği içindeki yerine ve başka ülkelerle mukayese edildiğinde nasıl anlam kaymalarına uğradığına bakmak istiyorum. Çünkü aslında bu kelime, yalnızca bir yönetme tekniğini değil, aynı zamanda bir zihniyetin ve toplumsal atmosferin de özeti hâline geliyor.

“Operasyon” kelimesi, Latincedeki operatio kökünden gelir. Operari, yani “işlemek, çalışmak, faaliyette bulunmak” fiilinden türemiştir. Fransızcaya opération, İngilizceye operation olarak geçmiş; tıbbi müdahaleden askerî harekâta, bürokratik işlemden ticari faaliyete dek geniş bir anlam alanı kazanmıştır.

Türkçeye geçişi, ağırlıklı olarak askerî ve tıbbi bağlamlar üzerinden olmuştur. 20. yüzyılın ortalarına kadar “operasyon” denince akla ya “cerrahi operasyon” ya da “askerî operasyon” gelirdi. Kelimenin siyasallaşması, özellikle 1970’lerden itibaren güvenlikçi dilin topluma hâkim olmaya başlamasıyla ilişkilidir. 1980 darbesi sonrasında ise “operasyon”, yalnızca ordunun ya da polisin yürüttüğü harekâtı değil, devletin topluma müdahalesinin genel adını aldı.

1990’lar boyunca medya dili, bu kelimenin anlamını daha da genişletti. Susurluk sonrasında derin devlet tartışmaları, faili meçhuller, hizipler arası hesaplaşmalar hep “operasyon” kavramıyla tarif edildi. 2000’lerde ise özellikle AK Parti iktidarı döneminde, hem yargı süreçlerinin (Ergenekon, Balyoz davaları vb.) hem de parti içi çekişmelerin adı “operasyon” oldu. Bugün gelinen noktada, herhangi bir siyasal hamleyi ya da güç mücadelesini “operasyon” olarak adlandırmak neredeyse refleks hâline gelmiştir.

Siyasetin “operasyonel” mantığı

Siyasilerin dilinde “operasyon”, çoğunlukla iki bağlamda karşımıza çıkar:

  • Mağduriyet anlatısı: Bir siyasetçi, kendisine yönelen eleştiriyi, açılan davayı ya da gündeme getirilen bir iddiayı “operasyon” olarak tanımlayarak, bunun arkasında bir üst akıl, bir gizli odak veya bir koalisyon olduğunu ima eder. Böylece sıradan bir siyasi sorumluluk meselesi, komplocu bir çerçeveye oturtulur.
  • Meşrulaştırma stratejisi: İktidar sahipleri, yaptıkları sert müdahaleleri, tasfiyeleri ya da hamleleri “operasyon” olarak sunar. Burada operasyon, bir “temizlik”, “düzeltme” ve “normalleştirme” aracı olarak görünür.

Her iki durumda da kelimenin çekiciliği, onun teknik ve nesnel çağrışımlarında yatar. “Operasyon”, sanki kişisel iradelerden bağımsız, bilimsel bir planın, mühendislik hassasiyetiyle yürütülen bir eylemin adıdır. Böylelikle politik mücadelenin sertliği, bir tür steril terminolojiyle maskelenmiş olur.

Türkiye’nin devlet geleneğinde “operasyon” mantığı, aslında oldukça merkezi bir yere sahiptir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devreden bürokratik zihniyet, toplumu kendi başına işleyen bir organizma olarak değil, sürekli “müdahale” edilmesi gereken bir kitle olarak görür. Tanzimat’tan itibaren modernleşme, zaten bir tür “toplumsal operasyon” olarak kurgulanmıştır: toplumun geri kalmış unsurları temizlenecek, çağdaş kurumlarla yeniden donatılacaktır.

Cumhuriyet döneminde de bu zihniyet değişmemiş, yalnızca biçim değiştirmiştir. Tek parti yıllarında “inkılâp operasyonları”, çok partili hayatta “tasfiye operasyonları”, 1960, 1971, 1980 darbelerinde “demokrasiye ayar operasyonları”… Devlet, kendi içinde ve toplum üzerinde, sürekli operasyon hâlinde bir varlık olarak tecrübe edilmiştir.

Bürokrasinin kendi jargonunda da bu kelime çoktan yerleşmiştir. Emniyet teşkilatında “operasyon şube müdürlüğü” gibi birimler vardır; MİT ve ordu da “operasyon” kavramını resmî literatürde kullanır. Bu resmîleşme, kelimenin toplumsal dolaşımını da pekiştirir.

Türkiye’deki kadar yaygın ve merkezi olmasa da, “operasyon” kavramı başka ülkelerde de benzer çağrışımlara sahiptir. Latin Amerika ülkelerinde, özellikle askeri darbelerin ve istihbarat faaliyetlerinin yoğun olduğu dönemlerde, “operación” kelimesi hem polis baskınlarını hem de siyasi tasfiyeleri tanımlar. Arjantin’in “Kirli Savaş” yıllarında muhaliflere yönelik gizli operasyonlar, kelimenin soğukluğunu en çıplak hâliyle ortaya koymuştur.

ABD’de ise “operation” genellikle ya askerî harekâtları (Operation Desert Storm, Operation Iraqi Freedom) ya da FBI/CIA soruşturmalarını adlandırır. Bu kullanım, kelimeye teknik, bürokratik ve stratejik bir hava kazandırır. Fakat Türkiye’deki gibi gündelik siyasetin ve polemiklerin içine bu kadar sinmemiştir.

Avrupa ülkelerinde de benzer bir durum vardır: “Operasyon” daha çok polis ve ordu terminolojisinin parçasıdır. Türkiye’deki gibi her politik hamlenin ya da eleştirinin “operasyon” olarak etiketlenmesi, bu kadar yaygın değildir. Burada, kelimenin Türkiye’deki aşırı kullanımı, bir siyasal kültür meselesine işaret eder.

Operasyonun kültürel psikolojisi

Sürekli “operasyon”dan söz etmek, toplumsal bir duygu hâlini de besler. Bu duygu, sürekli gözetlenme, manipüle edilme, bir güç tarafından yönlendirilme hissidir. Vatandaş, kendi iradesiyle değil, görünmez operasyonlarla şekillenen bir hayatta yaşadığına ikna olur. Bu da hem güvensizlik hem de edilgenlik üretir.

Bir diğer boyut, “operasyon” kelimesinin tıbbî çağrışımlarından gelir. Operasyon, bir hastalığın tedavisi için yapılan zorunlu müdahaledir. Dolayısıyla siyasette de “operasyon”, bozuk, çürümüş yahut sapmış bir alanı düzeltmek için kaçınılmaz bir hamle gibi sunulur. İktidarlar, yaptıkları tasfiyeleri bu şekilde normalleştirir: “Operasyon gerekiyordu, yaptık.”

Böylece, kelime aynı anda hem komplonun hem de tedavinin adı olur. Bir yandan sürekli birilerinin operasyon yaptığına inanırız, öte yandan “bizim” operasyonumuzun haklı ve gerekli olduğuna…

Türkiye’de “operasyon” yalnızca bir kelime değil, siyasal kültürün işleyiş mantığıdır. Toplum, sürekli operasyonlarla yönetildiğine inandırılmış; siyasiler ise birbirlerini operasyona uğratmakla meşgul olmuştur. Devletin toplumu bir “operasyon nesnesi” olarak görmesi, modernleşme tarihimizin başından bugüne kesintisiz bir çizgidir.

Belki de sormamız gereken soru şudur: Devlet kendi kendine operasyon yapar mı? Ya da toplum, sürekli operasyon yapılan bir beden olmaktan çıkabilir mi?

“Operasyon”un bu kadar merkezi bir kavram olması, bize aslında kendi siyasal tahayyülümüzün sınırlarını gösteriyor. Çünkü operasyon, daima bir müdahale, bir kontrol, bir yönlendirme içerir. Oysa gerçek siyasal olgunluk, kendi kendine işleyebilen, müdahaleye ihtiyaç duymayan bir toplumsallığı inşa etmektir.

Bugün Türkiye’nin ihtiyacı, operasyonel siyasetin ötesine geçebilmek; yani siyaseti, sürekli müdahalelerle ayakta duran bir “acil servis” olmaktan çıkarıp, kalıcı bir demokratik hayatın zemini hâline getirmektir. Fakat görünen o ki, daha uzun süre “operasyon” kelimesinin hayatımıza çektiği operasyonlarla yaşamaya devam edeceğiz. Hoşça bakın zatınıza…