Bugün sizlere şehit Hasan el-Benna’nın bundan yaklaşık yetmiş yıl önce Müslüman halkların içine düştüğü hastalıkları anlatan yazısından bir bölüm aktaracağım. Zira aradan 70 yıl geçtiği halde yeni bir yazıya ihtiyaç bırakmayacak derecede güncelliğini korumaktadır. Yani o gün şikâyet konusu olan şeyler bugün hâlâ şikâyet konusudur.

“Tecrübelerin bize öğrettiği ve olayların bildirdiğine göre doğulu milletlerin karşılaştığı hastalıklar çok yönlü olup hayatlarının her safhasında birçok dertlerle karşı karşıya kalmışlardır.

Siyasi açıdan, düşmanların uyguladığı sömürü belasıyla uğraşırken evlatları tarafgirlik, düşmanlık ve ayrımcılık belası ile müptela oldular.

Ekonomik açıdan bütün sınıflar arasında faizin yayılması ve yabancı şirketlerin değerli yerleri ve şirketleri istila etmesi belasına tutuldular.

Fikri açıdan ise müptela olduğu anarşi, kargaşa ve sapıklık evlatlarının içindeki inancı, direnci ve üstün örnek olma arzusunu yıktı.

Sosyal açıdan atalarından aldıkları uğurlu lokmaları bırakıp Batılı geleneklere koşmakla onların adetleri ve iyi huyları çiğnemeyi adet haline getiren, her türlü insani faziletlerin bağından kopmayı öğütleyen düşüncelere kapıldılar. Kanlarını zehirleyen ve birlik saflarını dağıtan yalanlara teslim oldular.

Suçluyu cezalandırmayan, düşmanı terbiye etmeyen, zalimi zulmünden alıkoymayan beşeri kanunlara tabi oldular, bundan bir rahatsızlık duymadılar. Hâlbuki bu kanunlar hiçbir zaman varlıkların yaratıcısı, mülkün maliki ve nefislerin Rabbi olan Allah’ın kanunlarına denk olmamışlardır.

Eğitim siyaseti tam bir başıbozukluk ve karmaşa içerindeydi. Geleceğin büyükleri ve ilerleme hamlesinin yüklenicileri olan öğrenciler ciddi olarak hiçbir amaca yönlendirilmemişlerdir.

Psikolojik açıdan, öldürücü bir umutsuzluk, ezici bir huzursuzluk, mahveden bir korkaklık, küçük düşürücü bir zelillik, yaygın bir kadınlaşma ruhu, gayretten el çektiren ve fedakârlığın önüne duran bir ihtiras ve bencillik ve milleti mücahitlerin saflarından, eğlencecilerin aralarına atan bir gevşeklik sarmıştır.

Bütün bu etkenlerin en güçlü yönleriyle ve en şiddetli taarruzlarıyla üzerine yüklendiği bir ümmetten ne beklenebilir ki?

Sömürgecilik, tefrikacılık, nerede ise her keseye girmiş faiz, yabancı şirketlerin işgal ve istilası, inkârcılık ve lakaytlık, eğitim anarşisi, dengesiz kanunlar, ümitsizlik ve hırsızlık, gevşeklik ve korkaklık, düşmanlarını üstün görme ve hatta kendisini, onların her yaptığını özellikle kötü alışkanlıklarını aynen taklide götüren hayranlık her taraftan sarmıştır.

Bu hastalıklardan yalnızca bir tanesi bile bir milletin yok olması için yeterliyken nasıl olur da bütün milletler hiddetle üzerine saldırdıkları halde bu millet yıkılmıyor?

Eğer düşmanının uzaktan düşmanlık kemendini attıkları ve uzun zamandan beri yaydıkları mikropları canlandırmaya çalıştıkları bu doğulu milletlerin bağışıklıkları, sağlamlıkları ve dayanma güçleri olmasaydı çoktan devrilirler ve zelil olurlardı.

Bütün bunlar olmasaydı medeniyetleri yıkılır, varlıkları silinirdi. Fakat bu kötü sona ne Allah Teâlâ razı olur ne de gerçek müminler boyun eğerler.

Bu; ümmetin iyiliği, kaybettiği sıhhatini ve gençliğini geri kazanması ile mümkün olacaktır.” (Hasan el-Benna, Risaleler)