Müslümanlar, tarihlerinin en ağır zulüm ve soykırımıyla karşı karşıya oldukları günümüzde her gün bir başka İslam beldesinde yeni bir katliam ve yeni bir işgal haberiyle sarsılıyoruz. En son katliamlar ise sırf “Rabbimiz Allah” demekten başka suçları olmayan Arakanlı kardeşlerimize yapıldı. Tarihte Ashab-ı Uhdud’un başına gelenler bu kardeşlerimizin başına geldi ve gelmekte. Bu soykırımların, bu topyekûn yok etmelerin daha ne kadar devam edeceği, bu ateşin bundan sonra hangi İslam beldesine taşınacağı ise meçhuldür. Öyle görünüyor ki kâfirlerin nihai hedefi Müslümanların can, namus ve mal emniyetinin olduğu hiçbir yer bırakmamaktır.
Bu zulümler her ne kadar ümmet olarak hepimizin yüreğini kanatsa da, canımızı acıtsa da oturup ah-vah ederek seyredemeyiz. Bütün bu olup bitenleri bir an önce kendimizi bulma ve kendimiz gibi olma için bir vesile edinmeliyiz.
İslam coğrafyasının dört bir tarafında yaşanan bu katliamlar bir kez daha gösteriyor ki Müslümanların hak ve hukuklarının korunması –sözde medeni ülkeler olarak kabul edilen- batılı emperyalist kâfirlere havale edilemez. Kâfirden veli, dost olmaz. Zira bu katliamların tümünde ya bizzat işgalci ya da azmettirici olarak batı diye tarif edilen emperyalist kâfirler vardır.
Esasen batının insan hakları savunuculuğun ne kadar sahte ve ne kadar ikiyüzlü olduğunu yakın geçmişte ilk olarak Bosna savaşında Hollandalı askerlerin gözetiminde işlenen Srebrenica katliamında görmüştük. Ancak Avrupa’nın ortasında işlenen bu soykırım bizi uyandırmadı. Bu savaş, batılı hayat tarzının, batılı demokrasi anlayışının bir cahiliye düzeni olduğunu İslam toplumlarına yeterince anlatamadı ya da İslam âlemi anlayamadı. Anlayamadığı için Afganistan, Irak ve Suriye işgal edilerek milyonlar yok edildi. Yemen, Libya, Arakan ateşe atıldı. Mısır’da katliam yapıldı. Eğer başımızı kumdan çıkarmaz -ister batılı ve isterse doğulu olsun- kâfirlerden dost olmayacağını anmazsak Rabbimiz başımıza -hafazanallah- daha çok belalar yağdıracaktır. “Siz yeryüzünde (Allah’ın azabından) yakanızı kurtarabilecek değilsiniz. Sizin için Allah’tan başka (azabı kaldıracak) bir dost, bir yardımcı yoktur.” (Şura, 31)
Eğer bu olaylar batının sahte demokrat yüzünü parçalamamış olmasaydı halen daha batıyı birçokları özgürlük ve adaletin arandığı bir kapı olarak görmeye devam edecekti. Nitekim dönemin Amerikan başkanı C. W. Bush’un Afganistan işgali ile bizzat başlattığı bu yeni haçlı seferlerinden önce bizim ilahiyatçılarımızdan bir kısmı İslam’ın devlet talebi olmadığını, Müslümanların batılı demokrasilerde pek rahat bir şekilde İslam’ın kurallarını yaşadıklarını dile getirmekte ve adeta batılı devletleri kutsamakta idiler. Bu inanç ilahiyatçılarla sınırlı da değildi. Hatta iş o kadar ileri gitmişti ki laik yöneticilerin dinin emirlerini yasaklamalarına karşı yapılan savunmalarda bu haklar “din özgürlüğü” çerçevesinde değil de “demokratik haklar” başlığı altında savunulmuş ve mesela başörtüsü için özgürlük istenirken din temelli değil de “demokratik haklar” temelli savunmalar yapılmıştı. Yani Batılı demokrasiler bir takım çevreler tarafından o denli kutsanmıştı ki mesela Fransa ve Almanya gibi demokratik bir ülke olunsa sanki Müslümanların bütün dini talepleri karşılanmış olacak ve İslam devletine ihtiyaç kalmayacak!
Hâlbuki Batı için demokrasi müşriklerin helvadan yaptıkları bir put mesabesinde idi. Onu ihtiyaç duyduklarında hiç tereddüt etmeden yiyorlardı. Nitekim ABD ve AB birçok İslam ülkesini oralara sözde demokrasi getirmek için işgal ederken Mısır’da büyük bir farkla seçimleri kazanarak cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi, İsrail’e ve topyekûn batılıların çıkarlarına hizmet etmediği için askeri bir darbe yaptırılarak devrildi. Hem de on binlerce insan tankların altında ezilerek. Bunun benzerleri daha önce Cezayir ve Türkiye’de de yaşanmıştı.
Bu zulümler her ne kadar ümmet olarak hepimizin yüreğini kanatsa da, canımızı acıtsa da oturup ah-vah ederek seyredemeyiz. Bütün bu olup bitenleri bir an önce kendimizi bulma ve kendimiz gibi olma için bir vesile edinmeliyiz.