Gerçek kökeninden, değerlerinden ve gücünden uzak tutulmak istenen, belli bir zararsız daire içinde hareket etmesi arzulanan İslam dünyasına ve tabii ki Türk toplumuna yapay elbiseler giydirildi. Daha doğrusu Batı’nın elinden çıkmış ve bünyeye dar gelen elbiseler geçirildi üzerimize. Daha da doğrusunu söylemek gerekirse, İslam dünyası ve Türk toplumu açıkça bir deli gömleğine hapsedildi.

Uydurma veya çeviri sağ-sol ideolojiler nasıl Türk toplumunun ihtiyaçlarına cevap veremediyse, bir diğer uydurma ideoloji olan “milliyetçi muhafazakarlık” da böylesi bir yapaylık ürünü olarak toplumun enerjisini emdi ve emiyor. Sahtekar ve gayri samimi sağ iktidarların pompaladığı “milliyetçi muhafazakar” söylemler, toplumu asıl hedefinden uzak tutu, çaptan düşürdü. Küresel nizam makinesinin sıradan bir dişlisine çevirdi. Sağ iktidarlar eliyle toplumun inançlı kesimlerinin istismar edildiğini konuşmak gerek artık.

Bu noktada, milliyetçi değil de “milli” ve muhafazakar değil de “Müslüman” ifadelerine dayanmak gerekiyor. Bu toplumun dinamikleri ve tarihten tevarüs edenler, Müslüman kimliğini çıkış yolu olarak önümüze koyuyor. Burada Müslüman kimliğinin “milli” olmayı da içerdiğini söylemek gerek. 200 yıldır süren yenilmişliği aşma ve kendimize gelebilme çabası, yapay ve dışarıdan ithal ideolojilerle, birtakım kelime oyunlarından ibaret içi boş düşüncelerle değil, kendi öz malımız olan Müslüman kimliğiyle gerçekleşecektir.

Bir not olarak söylemek gerekirse; birtakım grupların kendilerini, “antikapitalist Müslüman” vs gibi tanımlamaları, aslında bir kafa karışıklığıdır. Çünkü, nasıl ki “millilik” Müslüman kimliğinde içkinse, aynı şekilde “anti kapitalist” olmak da dahildir buna, “anti sömürgeci” olmak da, sömürünün her türüne karşı çıkmak da. Yani, bir bakıma, Müslüman kimliğini tanımlamak için halihazırda içkin olan bir detaya referans vermek bir mantık hatası olarak görülebilir. Sisteme ve çeviri ideolojilere karşı olalım derken, başka bir yapaylık söz konusu oluyor gibi.

“Milliyetçi muhafazakar” aldatmacasına karşı çıkan ve bu toprağın gerçek “direnenlerinden” olan ise merhum Erbakan Hoca olmuştur. O’nun direnci, Batı’nın sömürü ve zulüm çarkını devam ettirebilmek için ihraç ettiği ideolojilere karşı gelebilmesinde ve bu milletin hakiki sesine kulak vermesinde yatar. Bu toprağın sessiz çığlığını ve tarihten tevarüs eden potansiyeli de “Milli Görüş” şeklinde formüle etmiştir.

Batı emperyalizminin üstümüze geçirdiği bu deli gömleğini, yani sağ-sol ideolojileri ve güya onlara karşıymış gibi “milliyetçi muhafazakar” aldatmacayı fark ederek başlamak gerekir işe. Batı emperyalizminin kurduğu küresel nizamın gerçeklerini “dünya gerçekleri” olarak kabullenmekle başlar her şey ve giderek bu nizamın çarklarından biri olmaya kadar gider. Zalim bir sömürü düzeninin motoru olmakla, herhangi bir cıvatası olmanın hiçbir farkı yoktur.

Bugünlerde “milliyetçi muhafazakar”a ek olarak bir de “muhafazakar demokrat” tanımı ortalarda dolaşmakta. “Milliyetçi muhafazakar” demekle hitap edilmek istenen liberal ve biraz daha laik kesime ağır gelebilir diye düşünülmüş olmalı ki, bir kelime oyunuyla “demokrat”a geçiş yapılmış. Literatüre bir katkı (!) olarak ortaya çıkan bu yeni ideolojinin diğer çeviri olanlardan bir farkı olduğunu düşünüyorsanız, bir hayli yanılıyorsunuz demektir. Diğer çeviri ideolojiler gibi bu da “milli” değildir ve “Müslüman” demekten çekinir. Halbuki, kopya çektikleri “Hıristiyan Demokratlar” dini bir gönderme yapmakta bir mahzur görmemişti.

Faizin dünya gerçeği sayıldığı, konjonktüre göre hareket etmenin (yani küresel güçlere uyum) ön planda olduğu, bir hayli pragmatik bir ideolojiyi bizlere kazandıranlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Böylelikle, “millilik”in ne kadar da önemli olduğunu bir kez daha hatırlamış olduk. Milli bir düşünüş ve aksiyonun, diğerlerinden farkını kalın çizgilerle çizme fırsatıdır bu durum.